Amerika’nın Suriye’yi bombalamasını takdir ve sevinçle karşılayanlara inat beni bir hüzün bastı. Erdem Beyazıt’ı hatırladım: “Dünyanın en uzun hüznü yağıyor/ Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne”.
Zalim Esad’ın hakkından gelme gibi bir kaygısı ve gücü olmayan İslam Dünyası, Trump’a alkış tuttu. Aczin itirafı değil mi bu hal? Bu acziyetten kurtulmak için ne yapacağını tayin kabiliyetinden mahrum bir İslam âlemi… Kuzulara saldıran bir canavara bir başka canavarın ceza kesmesini uzaktan izlemek… Şu anki durum budur. Daha önce Irak, Libya, Afganistan, Bosna, Kosova ve benzeri yerlerde olduğu gibi…
Bu haliyle İslam âleminden bir şey beklenemeyeceğini bilmiyor değilim. Üzüldüğüm nokta Suriye meselesinin ve daha birçok işin Amerika’ya havale edilmesidir. Beraber hareket etme kabiliyetinin olmayışı, İslam adına birçok yanlış oluşumun da ortaya çıkmasına yol açıyor. El Kaide, IŞİD ve benzerleri İslam imajının yanlış bir şekilde zihinlere yerleşmesine sebep oluyor. Beraber hareket etmekten kastım ortak aklın harekete geçirilmesinden ibaret. Bunun için bir anlayış birliğine ihtiyaç var ama oradan ne kadar uzak olduğumuz ortada…
Arap baharı bir ümit kaynağı gibiydi. Demokrasi yolunda atılmış bu adım ortak aklın bu ülkelerde harekete geçmesini sağlayabilirdi. Tunus dışında bunu gerçekleştirebilen çıkmadı.
İslam ülkelerinin bir kısmı sahip oldukları doğal kaynakların getirdiği refah sonucu dünyanın çağdaş değerlerine kıymet vermez görünmektedirler. Ne kadar doğal kaynaklara sahip olsalar da üretmeyen toplumların geleceği karanlıktır. Dara düşen toplumların yaratıcı gücü artarmış. Petrolün verdiği rahatlık galiba Arap toplumlarını atâlete itiyor.
Gelmek istediğim bir nokta daha var. Türkiye’de muhafazakâr kesimlerin çok uzun süre ötekileştirilmiş olması onları zihni ve entelektüel planda bir arayışa itti. 60 yıllık arayış, 28 Şubat’ta yaşadığı dışlanmışlıkla mücadele azmini daha da keskinleştirdi.
Şimdi referandum etrafındaki söylemlere, yazılanlara ve konuşmalara bakınca ‘evet’ çıkarsa sanki Türkiye’nin ve İslam Dünyasının bütün sorunları hal yoluna girecek, hatta hemencecik her şey istediğimiz gibi olacak sanırsınız.
Ben mi bedbinim yoksa durum gerçekten sıkıntılı mı, karar veremedim. Ak Parti’nin 15 yıllık yönetimi muhafazakâr kesime bir rehâvet vermiş gibi. Tam tersi olması gerekiyor oysa. Baksanıza dünyada ve bölgemizdeki gelişmelere… Daha karmaşık bir dünyaya uyanıyoruz her sabah. Sorunlar daha çetrefil hale geliyor. Burnumuzun dibindeki Suriye’de Amerika ve Rusya cirit atıyor, hem biz seyrediyoruz hem İslam Dünyası… Güçlü Türkiye için yüksek standartta bir hukuk ve demokrasi anlayışına ihtiyacımız var. Aksi halde İslam Dünyasına liderlik söylemleri duygusallıktan öteye geçemez.
Türkiye gibi doğal kaynakları kıt ülkelerin birkaç önemli kaynağa sıkı sıkıya sarılması lazım… Bizim için bunlar hukuk, demokrasi ve genç nüfusumuz olsa gerek.
Hukuken güven veren bir ülke olmakta zorlanıyoruz. Bunun için 15 Temmuz travmasını atmamız lazım üstümüzden. Bu hain teşebbüsün altından hukuk ve demokrasi içinde kalkmayı başaracak birikime sahibiz. Hamasetle, kutuplaştırmakla, şeytanlaştırmakla bir yere varılamayacağını anlatacak akil insanlarımız var bizim.
Demokrasimizin güven vermesi lazım. Kriterler belli. Fakat bu noktada da 15 Temmuz travması bizi zorluyor. Herkesi düşman gören bir paranoya halinin hâkim olmasına fırsat vermemek hepimizin görevi.
Genç nüfusu kemiyet bazında ele alırsak bir kıymet ifade etmez. Eğitim imkânları sunulmuş bir genç nüfusun ne büyük bir kıymet olduğu herkesin malumu. Okullaşma oranını her seviyede artıralım ama keyfiyete de önem verelim. Sık dile getirdiğim lisansüstü eğitimin önemini kavramakta güçlük çekiyoruz.
Hepimize düşen bir görev var. Müslümanlar üzerindeki kötü algıyı değiştirmek zorundayız. Bu ancak ortaya iyi örnekler koyarak sağlanabilir. Bunun fert planındaki uygulaması zaten herkesin görevi. Ben toplumsal olanından bahsediyorum. Bu, hukuk ve demokrasi uygulamalarına götürür bizi. Ak Parti’nin ilk dönemlerindeki tatbikatı bunun çok iyi bir örneği olarak hatırlanıyor. Kalbleri ısındırmak ancak böyle güzel örneklerle mümkün oluyor. Bu manzara daha sonra zedelenir gibi oldu.
Mademki İslam Dünyası kendi içinde bir birlik sağlayamıyor ve bir kurallar manzumesi oluşturamıyor, o zaman yapılacak iş Avrupa Birliği gibi bir oluşumun ortaya koyduğu ve insanlığın birikiminin bir sonucu olan kurallar içinde hareket etmek olabilir. Avrupa Birliğinin kendi ortaya koyduğu kurallara uymaması ayrı bir sorundur. Ben diğer halkı Müslüman ülkeleri bilemem ama bizim için Avrupa Birliği hala en kuvvetli argüman.
Referandumdan evet de çıksa hayır da çıksa hukuk ve demokrasi öncelikli konularımız olmaya devam edecek.
Referandumdan önceki son yazı bu. Nasıl seviniyorum bilemezsiniz…
[…] o dönemlerde bugün eksikliğini daha çok hissettiğimiz demokrasi ve hukuk vurgulu yazılar neşretmiştim. Denge ve denetlemeye kuvvetle vurgu yapan yazılarım da vardı […]