İzmir arayışına devam ediyor. Önce şu hususu tespit etmekte yarar var. Türkiye, Ege ve İzmir olarak öyle büyük bir potansiyele sahibiz ki hiç kimseden ya da hiç bir yerden “Ne işimiz var EXPO’da, aday olmayalım” sesi çıkmıyor. Bu tavır, her kesimde “EXPO 2020’yi alabiliriz ve başarıyla gerçekleştirebiliriz” inancının bulunduğunu göstermektedir. Elbette bir işi başarmanın ilk şartı, o işin başarılabileceğine dair inançtır. Merkezi ve yerel yönetim, sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşları, üniversiteler, yazılı ve görsel medya, internet medyası, sendikalar, iş adamları, İzmirli tanınmış şahsiyetler ve benzeri kişi ve kurumların, İzmir’in EXPO 2020 için hazır olduğuna ve başarabileceğine inandıklarını biliyoruz. Bu konuda şimdiye kadarki gözlemler vardığımız bu yargıyı doğrular niteliktedir.
Şimdi başarıyı yakalamak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Ama şu soruyu da cevaplamak zorundayız? “Ne gerekiyor ve neyin gerektiğini kim tespit edecek?” EXPO Yönlendirme Kurulu mu, Danışma Kurulu mu, hükümet mi, üniversiteler mi, danışman firmalar mı, kim? Bu can yakıcı soruyu cevaplamak kolay değil. Kolay değil ama şöyle başlayabiliriz: Üzerinde fikir birliği hâsıl olmuş birçok husus var. Bunları yerine getirelim. Ama bize bu yarışta avantaj sağlayacak asıl husus, rakiplerimizin önüne geçirecek asıl faktör, daha başka çarpıcı yeniliklerde yatıyor. İşte bunları ortaya koymak herkesin ve her kurumun üzerinde düşünmesi gereken noktalardır. Ortaya çıkan bu noktaları değerlendirmek de önce Yönlendirme Kurulu’na düşer belki, fakat başka kişi ve kurumlar da bu konuda kendini görevli hissetmelidir.
İzmir’de yönlendirme kurulunun oluşumu safhasında bazı tartışmalar yaşandı. Kimi sivil toplum kuruluşlarının bu kurulda yer almaması sorun oldu. Bu işe katkı yapmak isteyen kuruluşların, kurulda yer almak istemeleri gayet doğal, fakat aslolan ortaya yeni fikirler koyabilmektir. Bu kurulda bazı meslek odalarının bulunmaması bir eksiklik olarak görülebilir mesela, ama bu sorun olmamalıdır, Odalar kurulun önüne hangi güzel fikirleri koyacaklarına odaklanmalıdırlar.
Bu hafta içinde Paris’te ilk sunum var. İzmir kendini anlatacak, potansiyelini ortaya koyacak. Paris’e kim gitsin, kim gitmesin tartışması gerçekten çok anlamsız ve gereksiz. Bu doğrultudaki bazı dedikodular çok zararlı. Salon kapasitesinin ve kontenjanın belirlenmesi Uluslararası Sergiler Bürosu’nun işi.
Çeşitli toplantılar, resepsiyonlar, kabuller, ikili temaslar, delegelerle görüşmeler… Bütün bunlar yapılması gereken şeyler. Fakat sonuçta 2013 oylamasını 160’a yakın ülkenin oyları belirleyecek. Burada kullanılan oyların kimisini doğrudan ilgili ülkelerin iradesi, kimini o ülkelerin delegeleri belirliyor. Dolayısıyla hem ülkelerle hem delegelerle temas çok önemli. Bir delegeye kendi dilinde hitap etmiyorsanız işiniz zor demektir. Bir ülkenin beklentisini iyi tespit edememişseniz emekler boşa gitmez mi? Yönlendirme ve Danışma kurullarına düşen en önemli iş, kimden ve hangi kurumdan ne isteneceğini tespit etmektir.
İşin çok önemli bir kısmı var. İzmir’e oy vermesi muhtemel ülkeler ve delegeleri üzerinde kulis… “Hangi ülke İzmir’e niçin ve ne sebeple oy verebilir?” Üzerinde durulması gereken en önemli nokta budur. Paris seyahati yerine bu konuyu tartışsak daha iyi olmaz mı?
EXPO oylamasını ilişkileri geliştirmek için bir fırsat olarak gören ülkeler var. Bu nokta bizim için de bir fırsat aslında. Burada diplomasiye, TİKA’ya, ticaret ve eğitim ataşelerimize, ama bilhassa iş âlemine çok iş düşüyor. İş adamlarımız bize oy vermesi muhtemel ülkelerdeki en etkin gücümüzdür. Bu işin organizasyonu zor ama imkânsız mı? Bazı ülkelerle teması, oy verme günü delegelerle görüşmeye ertelemek her bakımdan çok tehlikeli ve risklidir.
Çok yönlü bir çalışma gerektiren EXPO 2020 yolunda başarı bize bağlı.