Türkiye’de mevcut kurumlar arasında bir öncelik sıralaması yapılacak olsa, ilk sıraya Türkiye Büyük Millet Meclisi yerleşir. Çünkü Meclis diğer bütün kurumlara hayat verir. Milletin sesi olma gibi bir özelliği vardır. Bir ülkede halkın sesi yankı buluyorsa, öncelikleri halk adına halkın seçtikleri belirliyorsa demokrasinin ilk ve en önemli şartı yerine gelmiş demektir.
1 Ekim’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yaptığı konuşmanın, hem önceliklerimizi sıralaması, hem de karşı karşıya olduğumuz fırsat ve zorlukları ortaya koyması bakımından dikkatle değerlendirilmesi gerekiyor.
Cumhurbaşkanımız önce Meclisin önemine vurgu yapıyor ve arkasından ekliyor: “(Meclis) Halkımızın hak, hukuk, özgürlük, adalet, refaha ilişkin talep ve özlemlerinin dile geldiği; yerine getirildiği yüce makamdır.” Cumhurbaşkanımızın 12 Haziran seçimlerini değerlendirdiği bölüm hem Türkiye’de hem AB’de pek çok kimsenin de paylaştığı noktaları özetliyor: “Halkımız, 12 Haziran seçimlerinde yüksek katılım oranıyla siyaset kurumunu onurlandırmış, siyasetin tüm renk ve eğilimlerinin büyük ölçüde Meclis’te temsil edilmesini sağlamıştır. Yüce Meclis’e istisnasız bütün sorunların üzerine cesur bir şekilde gitme gücü vermiştir.”
Anayasa değişikliği önümüzdeki günlerin en önemli gündem maddesi olacağa benziyor. Bu husus Sayın Gül’ün konuşmasında da öne çıkıyor ve ne kadar önem verdiğini uzunca anlatıyor. Bu bölümü olduğu gibi aktarmak isterdim fakat bu mümkün değil. Arzu edenlere Cumhurbaşkanlığının internet sitesini önermekle yetinelim. Yine de bu önemli bölümün özelliklerini yansıtacak birkaç alıntı yapmakta fayda var. İşte bunlardan biri: “Anayasalarımız bugüne kadar, özgürlükler konusunda şüpheci ve katı, sınırlamalar konusunda geniş ve esnek bir dil benimsemiştir. Her türlü özgürlük, çerçevesi belli olmayan, her anlama çekilebilecek sınırlamalara tabi olmuştur. Bugün yapılması gereken ise, tam tersidir.” Yeni anayasanın “özgürlükçü bir zihniyetle” hazırlanması gerektiğini söylüyor Sayın Gül ve “en önemli ölçümüz, evrensel standartlar olmalıdır” diyerek özgüven içinde olmamızın önemini dile getiriyor. Yakın geçmişteki tecrübemiz güya devletin bekasını gözetirken ne çok şeyin ihmal e-dildiğine dair örneklerle dolu. İşte bu sebeple Sayın Cumhurbaşkanı “Bir yandan, devletin bekası konusunda her türlü tedbiri alırken, diğer yandan, devletin, milletin hizmetinde olduğunu unutmayan bir anayasa” istiyor.
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül bütün siyasi hayatında çok önem verdiği hususları da saymadan edemiyor. Anayasa için “Sadece ‘hesap soran’ değil, aynı zamanda ‘hesap veren bir devlet’ anlayışını yansıtmalıdır. Bu itibarla, çağdaş demokrasilerin şeffaflık ve hesap verilebilirlik gibi en önemli vasıflarını, ruhunda ve lafzında içeren bir anayasa olmalıdır” dedikten sonra Anayasa için usûl konusunun da önemini vurguluyor ve bu bölümü kapatıyor.
Daha sonra demokrasi ile ilgili fikirlerini dile getiren Cumhurbaşkanımız lafzını beğendiğimiz, ama uygulamakta sıkıntılar çektiğimiz temel bir noktayı hatırlatıyor: “Tarih, temel hak ve özgürlükleri genişleten, hesap verebilir yönetimlere sahip olan ve hukukun üstünlüğünü tesis eden devletlerin ve rejimlerin daima güçlendiğini göstermiştir.”
Arkasından ekliyor: “…hukuk, siyasî üstünlük mücadelesinin bir aracı da değildir. Hukuk yoluyla siyasî üstünlük sağlamanın, topluma şekil vermenin ve insanları belli bir kalıba sokmanın mümkün olmadığı defalarca görülmüştür.” Bu konunun son alıntısı şu olsun. “Haksızlık ve adaletsizlik hukuk kılıfına sarılmamalıdır.”
Cumhurbaşkanımızın konuşması, güvenlik ve demokrasi arasında tesis edilmesi gereken dengeleri ele aldıktan sonra terör konusuna odaklanıyor ve şu önemli tesbitle devam ediyor: “Kan ve şiddetle hak alma arayışında olanlar, atılan demokratik adımların terör sayesinde elde edildiğini zannedenler, tarihi bir yanılgı içindedirler. Zira, terör olmasaydı, demokratik standartlarda da, ekonomik gelişmişlikte de çok daha ileride bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık.” Bir önemli nokta daha: “…uzun yılların ihmalinin bir sonucu olan demokratik eksikliklerimizden neşet eden Kürt sorununu, ortak değerlerimize ve devletimize sahip çıkan bir anlayışla, yine demokrasi içinde çözebiliriz.”
Bu önemli konuşma Türkiye’nin ekonomik durumunu tahlille devam ediyor. Verimlilik, teşvik sistemi gibi hususlar üzerinde duruyor ve bilhassa eğitimi öne çıkartıyor: “21. yüzyılın güç dengelerine göre rekabet edebilmek için ülkemizi bir bilgi toplumu ve ekonomisi haline dönüştürmekten başka çaremiz yoktur. Bunun da yolu eğitimden geçer.
Eğitimin temelini ise, öğretmenler oluşturur. Hepimiz şahit olmuşuzdur ki, iyi yetişmiş, fedakar ve vizyon sahibi bir öğretmen, tüm öğrencilerinin istikbalini değiştirebilir. Bu nedenle, başta nitelikli öğretmen yetiştirilmesi olmak üzere, eğitimle ilgili tüm sorunların çözümüne, gerekli enerji ve kaynağı teksif etmek, bir milletin yapabileceği en iyi yatırımdır.”
Cumhurbaşkanımızın üzerinde durduğu diğer konuları ilerdeki yazılarda sık sık zikretmek durumunda kalacağız.
Expo için, Uluslararası Sergiler Bürosu (BIE) üyeleriyle temas ederken, bu konuşmadaki, sorunlara yaklaşım tarzını referans olarak göstermek uygun olur mu dersiniz…
http://www.stargazete.com/egebolgesi/tbmm-acilirken-haber-388201.htm