Geçmişte yaptığımız hataları devam ettirmekte ısrar edersek sorunları içinden çıkılmaz hale getirmiş oluruz. Cumhuriyet’ten sonraki ulus devlet projesini, aradan onlarca yıl geçtikten sonra bile, elli yıl öncesinin anlayışıyla devam ettirme gayretleri, bizi çok ağır bir sorunla karşı karşıya bıraktı: Kürt sorunu. Şimdi bu sorunu aşmanın yollarını arıyoruz. Arayış her alanda devam ediyor. Elbette sorun sadece siyasetin konusu değildir. Toplumun bütün unsurlarının katkısı çözüm için mutlaka gereklidir. Bu anlayışla Demokratik Gelişim Enstitüsü adlı düşünce kuruluşunun organizasyonuyla Dublin’de bir toplantı yapıldı. Bir grup milletvekili, gazeteci, akademisyen ve sivil toplum örgütü temsilcileriyle birlikte ben de İrlanda’nın başkenti Dublin’deki bu toplantıdaydım.
Toplantının ilki Temmuz sonlarında Londra, Belfast ve Edinburg’da yapılmıştı. Kuzey İrlanda sorunu olarak bilinen ve 30 yıl süren kanlı bir çatışmanın nasıl bitirildiğini anlamaya ve dersler çıkarmaya çalışmıştık. Güney Afrika’da çözüm nasıl elde edilmişti, Mandela ne yapmıştı? Kuzey İrlanda’da çatışmanın tarafları olan kişiler nasıl bir masa etrafında toplanabilmiş ve ilk karşılaşmalarında neler düşünmüşlerdi, bugün nasıl konuşabiliyorlar? Bütün bunlar Temmuz sonundaki toplantının ana temalarıydı.
Dublin’deki toplantı da benzer bir esas üzerinden yürüdü. İrlandalı gazetecileri, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerini, din adamlarını, dışişleri bakanlığının müzakereleri yürütmüş çalışanlarını, çatışmalar sebebiyle yıllarca hapis yatmış kimselerin oluşturduğu dernek mensuplarını, bir zamanlar silahlı çatışmalara girmiş kimseleri dinlemek gerçekten ilginçti. Kuzey İrlanda sorunu bir protestan-katolik savaşı mıydı, yoksa altında daha derin bir kimlik problemi mi yatıyordu? İrlandalı olmakla Katolik olmak aynı şey gibi algılanıyorsa Protestan olan İrlandalılar’ı nereye koyacaktık? Belfast’ın neredeyse yarısı Protestan yarısı Katolik. Sokakları, okulları hala ayrı. Geceleri hala bazı sokakların girişleri demir kapılarla muhafaza altına alınıyor.
Kuzey İrlanda’da çözüme giden yol, çatışmalar başladıktan neredeyse 25 yıl sonra açılıyor. 1998 yılında Hayırlı Cuma Anlaşması adını verdikleri bir mutabakat metni çıkıyor ortaya. İngiltere Başbakanı Tony Blair 1997’de başbakan olduktan sonra her türlü riski göze alarak müzakereleri sürdürüyor. Müzakerelerde Tony Blair’e yardımcı olan İrlandalı siyaset adamı ve Başbakan Bertie Ahern’i dinlerken de müzakere sürecinin nasıl güçlükler içerdiğini ve ne kadar sıkıntılı geçtiğini görmüş olduk.
Süreci daha iyi anlamak için biraz da kitap okumak gerekmez mi? Tony Blair’in “A Journey” adıyla, Bertie Ahern’in “The Autobiography” adıyla çıkardıkları hatıratları çantamda. Başka kitaplara da ihtiyaç var. İrlanda direnişinin liderlerinden Gary Adams’ın kitapları da aklımda. İrlanda Parlamentosu’nda onu dinlerken “Bu kadar az zamanda bu adamı bütün yönleriyle anlamak imkansız, kitapları vardır mutlaka” diye aklımdan geçmişti zaten.
Bütün bu görüşmeleri bir yazı çerçevesinde anlatmak zor. Fakat buradan çıkarılması gereken dersleri beraber gözden geçirebiliriz.
1 Kültürel ve siyasi problemleri güvenlik tedbirleriyle bitiremeyiz. Hadi düşünelim, Kürt sorunu aslında bir kimlik sorunu mu, değil mi?
2 Müzakere sürecinde tarafların birbirine güvenmesinden ziyade sürece güvenmek, onun devamlılığını sağlamak önemli.
3 Süreci yönetmek belki her şeyden önemli. Görüşmeler sürerken yapılacak hatalar yılgınlığa yol açmamalı. Bizdeki Habur olayı sizin de aklınıza geldi mi?
4 Sadece silah gücü mü, yoksa bunun yanında ince siyaset mi?
5 Acaba çatışmayı bir kimlik problemi olmaktan çıkarabilir miyiz? Bunun için herkesi şaşırtacak ama sonuç alacak adımlar atılabilir mi? Buna konuyla teorik olarak uğraşanlar sorunun transformasyonu diyorlar.
6 Ancak son 5-6 yıldır yapmakta olduğumuz terör ve teröristle mücadele ayrımını devam ettirmek zorundayız.
7 Konunun taraflarca müzakere ediliyor olmasının önemini iyi anlatabilmeliyiz.
Elbette sıralanabilecek başka hususlar da var. Burada İrlanda tetkiklerinden önemli bulduklarımızı sıralamaya çalıştık. Her toplumun problemi kendine özgüdür ve birebir aynı çözümleri uygulamak mümkün değildir.
Türkiye, birlikte yaşama iradesini kabul eden her anlayışla oturup her şeyi konuşacak olgunluğa sahiptir. “Birlikte yaşama iradesi”, sanırım bundan sonra da üzerinde durulmaya değer bir kavramdır.
Bu yazıyı, son toplantıda milletvekili olarak yaptığım bir teşekkür konuşmasındaki beğenilen bir yöresel özdeyişle bitirmek istiyorum:
“Sorunlarımızı bugün aynı masa etrafında oturup konuşmaya utanır ve çekinirsek, yarın utanmadan dövüşmek zorunda kalırız.”
Haftaya EXPO 2020 konuşalım, ne dersiniz?