Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile akrabalık bağı olan AK Parti İzmir Milletvekili Mehmet Tekelioğlu, “Onunla çocukluktan beri görüşüyoruz. Sık sık ev ziyaretleri yaparız. Yemek yer, kahvemizi, çayımızı içer, kalkarız” dedi
Mehmet Tekelioğlu, 3 dönemdir AK Parti İzmir milletvekili. 1974 yılında ilk kez ayak bastığı bu kente vurulup bir daha kopamayanlardan. Nüfus cüzdanının doğum yeri hanesinde Kayseri yazıyor ama o tam 38 yıllık İzmirli. Çocukları burada doğmuş, akademik kariyerine de, siyaset yolcuğuna da İzmir’den başlamış. Cumhurbaşkanı Gül’e ailece ev gezmesine gidecek kadar yakındır ama bugüne kadar bu konuyu gündeme getirdiği vaki değildir.
2008′de AK Parti’ye açılan kapatma davasının Anayasa Mahkemesi’nde görüşülmeye başlanmasına 1 gün kala Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül, onun evinde buluşmuştu. Uçak Mühendisi Tekelioğlu’nu sadece Cumhurbaşkanı ile olan akrabalık bağı üzerinden anlatmak haksızlık olur. 28 Şubat sürecinde, Süleyman Demirel’in, Kemal Gürüz’den gelen ‘sakıncalı’ uyarısı ile YÖK üyeliğine atamadığı, üniversite günlerinde matbaa işçiliği yaparak harçlığını çıkaran, binlerce öğrenci yetiştirmiş bir bilim adamı Tekelioğlu. Halen TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanlığı görevini yürütüyor.
* Her insanın hayatında bir dönüm noktası vardır. Sizin hayatınızı değiştiren olay ne oldu?
– 28 Şubat sürecinde, dönemin Cumhurbaşkanı Demirel beni YÖK üyeliğine atamadı. Bu olay benim hayatımdaki dönüm noktası. İktidarda Refah-Yol hükümeti vardı. YÖK’ün başında ise Kemal Gürüz oturuyordu. Hükümet kontenjanından YÖK üyeliğine teklif edildim. Dekanlık yapmış, bu görev için gerekli tüm şartları taşıyan bir adaydım. Ancak Gürüz’ün müdahalesi ile Demirel kararnamemi geri çevirdi. Ben ‘olan herşeyde hayır vardır’ diyenlerdenim. YÖK üyesi olsaydım, İzmir’den kopmak zorunda kalacaktım. Belki de siyasete giremeyecektim. 28 Şubat’la hayatı değişenlerden biriyim anlayacağız.
* Siz pek bu şekilde anılmak istemeseniz de Cumhurbaşkanı Gül ile yakın bir akrabalık bağınız var. Sık sık görüşüyor musunuz?
– Ailecek görüşüyoruz tabii. Onlar bize gelir, bazen biz onlara gideriz. Akrabalık bağımızı saklamıyoruz ama gündeme getirmemeye de özen gösteriyoruz. Cumhurbaşkanımız ile çocukluğumuzdan itibaren beraberiz. Hem bir anlayış birliğinin hem de aile bağlarının getirdiği bir şey bu. Hiçbir zaman kendisiyle yakınlığımı, ilişkilerimi kullanarak bir şeyler elde etmeye çalışmadım. Ama insani ilişkilerimiz elbette ki devam eder. Bazı konularda beni çağırır, sohbet ederiz. Ailecek gittiğimizde bir akraba ziyaretinde neler yaşanıyorsa bizimkinde de benzer şeyler yaşanır. Yemek yer, kahvemizi, çayımızı içer, kalkarız. ‘EŞİM ÇOK İYİ AŞÇI’
* Yemek demişken, Sayın Cumhurbaşkanı ve ailesi size geldiğinde masaya Kayseri mutfağından mı yoksa Ege’den mi yemekler konuluyor?
– Bizim evde genelde Ege mutfağı tercih edilir. Övünmek gibi olmasın, eşim çok iyi bir aşçı. Kendisi şimdi dört gözle enginar çıksın diye bekliyor. Şevket-i bostan, arap saçı gibi doğal yiyeceklere ve zeytinyağlılara meraklıyız. Misafirlerimize ikramlarımız da Ege mutfağından oluyor. Köşk’te ise daha çok Kayseri yemeklerinin tercih edildiğini söyleyebilirim.
* Cumhurbaşkanı ile çocukluğunuzdan beri berabersiniz. Sanıyorum, kendisi evlendiğinde gelin arabasını da siz kullanmışsınız. Çocukluk günlerinizden bizimle paylaşacağınız bir anınız var mı?
– 27 Mayıs ihtilali olduğunda ilkokul 3. sınıftaydık. Bir öğretmenimiz sınıfta Demokrat Parti’nin, çocukları trenlere koyup uçurumlara yuvarladığını ve onları kıyma yaptığını anlatmıştı. Hemen koşup evdekilere anlattık bu hikayeyi. Büyüklerimiz bunun doğru olmadığını belirterek yatıştırdılar bizi. Evdeki radyodan Yassıada duruşmalarını merakla dinlerdik. O günlerden kalma bir diğer anım da şöyle: 1965 yılında Adalet Partisi’nin başına Süleyman Demirel geçmişti. Kayseri meydanındaki seçim mitingini birlikte izledik. Daha sonra aynı meydanda TİP’lilerin mitingi vardı. Onları protesto için mitinge gittik. Hayatımızdaki ilk polis dayağını da o gün yedik.
* Kayseri’den ne zaman ayrıldınız?
-Üniversite için İstanbul’a gittiğimde ayrıldım. Bir daha da dönmedim. İstanbul’da öğrencilik bittikten sonra 2 yıl daha kaldım. Çalışmak zorundaydım. Milli Türk Talebi Birliği’nin dergisini çıkarıyordum. İyi bir arkadaş grubumuz vardı. Eski bakanlardan Sami Güçlü, Abdullah Bey, ben hep beraberdik. Tayyip Bey ile tanışıklığımız da o günlerde gerçekleşti.
* Yazılı basına yabancı değilsiniz o zaman?
– Dergicilik benim çok sevdiğim bir uğraştı. Sami Güçlü, dergiyi bastığımız matbaanın müdürüydü. Ben hem yazıları yazıyor hem de diğer işlerle uğraşıyordum. Dizgi operatörlerinin çalışmasını beğenmiyordum. Bir gün Sami Güçlü’ye şikayet ettim onları. “Bunlar Türkçe bilmiyor, yazdıklarımızı anlamıyorlar” diye çıkıştım. Epey tartıştık, en sonunda bana operatör sandalyesini gösterdi, “Madem arkadaşları beğenmiyorsun geç otur, kendin yap” dedi. Oturuş, o oturuş. 2 yıl kalkmadım dizginin başından. Matbaanın her aşamasını az çok bilirim. Güzel bir deneyim oldu benim için.
* İzmir’e ne zaman geldiniz?
– 1974 yılıydı. Yüksek lisans yapmak için geldim İzmir’e, sonra da yerleştim. 3 yıllık bir Adapazarı dönemi dışında hiç ayrılmadım. Hayatımın sadece 18 yılı Kayseri’de geçti. 38 yıldır İzmir’deyiz. KAZANANI OLMAZ
* Biraz da genel siyaset konuşalım isterseniz. MİT krizini hükümet ile cemaat arasında bir kavga olarak yorumlayanlar var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz MİT’çilerin ifadeye çağrılmasıyla başlayan bu süreci?
– Ortada bir kavga olduğuna inanmıyorum. Çünkü böyle bir kavganın kazananı olmaz. Her iki taraf da kaybeder. Dolayısıyla kaybedecekleri bir kavgaya ne cemaat girer ne de hükümet. Ben şu konuda ısrarlıyım. Şüpheli sıfatıyla bir adamı ifadeye çağırıyorsanız, onu tutuklamak için çağırıyorsunuz demektir. Hakkında kuvvetli deliller var anlamına gelir. Aksi takdirde bilgisine başvurmak için çağırırsınız. MİT Başkanı’nı çağırır, konuşursunuz. Böyle bir makamdaki kişiyi şüpheli olarak çağırmak iç ve dış istihbarat açısından büyük problemler doğurur. Kendi istihbaratının başındaki kişiyi tutuklayan bir Türkiye, sonrasında ABD ile İran’la, Arap ülkeleriyle nasıl masaya oturacak? Bu akıl karı değil. Bu girişimde bulunanları iyi niyetli olarak görmek zor. MİT ekibini ifadeye çağırmak, devletin politikalarına müdahale etmek demek.
* İzmir’de belediyelere yönelik operasyonlar gündemde. Operasyonların sadece CHP’li belediyelere yapıldığı iddialarına ne diyorsunuz?
– Bu doğru değil. CHP’li arkadaşlar sürekli, “İzmir cezalandırılıyor” edebiyatı ile vatandaşı etkilemeye çalışıyor. Müfettişler, İstanbul ve Ankara belediyelerine de gidiyor, bu denetimler her yerde yapılıyor. Çocuğunuza bile para verdiğinizde, ‘ne yaptın’ diye hesabını sorarsınız. Devletin belediyelere aktardığı kaynağı denetlemesi de son derece normal. AK Parti’nin kuruluş felsefesinde kimseyi cezalandırmak gibi bir düşünce yok. Biz cezalandırarak değil, insanların gönlüne girerek oylarını almayı tercih ediyoruz.
* Büyükşehir iddianamesini okudunuz mu?
– Okudum ve gördüm ki, ortada öyle büyük rakamlar yok. CHP’li belediyenin iş bilmezliğinden, beceriksizliğinden, kurallara riayet etmemesinden kaynaklanan sorunlar var. Ben kimseye ‘yapılan yanlış ya da doğru’ deme durumunda değilim. Ancak iddianameyi okuyan herkes ortada müthiş bir bananecilik ve beceriksizlik olduğunu görür. Bütün bu yanlışlıkları yapıp, “AK Parti yargıyı üzerimize salıyor” demek haksızlık. “İzmir’de artık tek kale maç oynanmıyor”
* 2014 yerel seçimlerinde hedefiniz nedir?
– İzmir’de artık tek kale maç oynanmıyor. 2009′daki seçimlere partimiz hakkında açılan kapatma davası ve onun da öncesindeki Cumhuriyet mitinglerinin yarattığı ideolojik bir atmosferde girdik. Artık hem Türkiye, hem İzmir normalleşiyor. İdeolojik tartışmaların değil, hizmetin ön planda olacağı bir seçim olacak 2014′te. İnsanlarımız rasyonel düşündüğünde zaten doğruyu bulacak. İzmirliye hizmetlerimizi ve kendimizi anlatacağız, 35 projenin çoğu o tarihe kadar hayata geçecek. ‘İzmir’i fethedeceğiz’ gibi söylemlerden uzak duruyoruz. Bizim amacımız büyüyen pastadan İzmir’in daha çok pay alması. Siz insanları kendinizi ispatlarsanız, İzmirlinin oyunu alırsınız. “Vatandaş herşeyi gayet net görüyor”
* İzmir’de vatandaşlardan size yansıyan temel sorunlar hangileri?
– O kadar çok ki. Hatay’da bir dolaşın, İzmirli nelerden şikayetçi görün. Metro işi artık kabak tadı verdi. İnsanlar bize, “Aziz biter, metro bitmez” diyor. Haksız da değiller. Belediye öyle işler yapıyor ki, hayretler içinde kalmamak mümkün değil. İhaleye çıkılmadığı için yıllarca atıl kalan teleferik, kentin kaldırımlarının içler acısı hali, çöp alanı konusunda yaşanan sıkıntılar ve daha birçok sorun var. En son 60 yaş kartında meseleyi getirdikleri nokta ortada. İstanbul ve Ankara’nın çözdüğü sorunu, sen kaosa çeviriyor ve vatandaşı mağdur ediyorsun. Bu beceriksizlik. Ondan sonra çıkıp doğruyu söylediği için İlknur Denizli arkadaşımızı suçluyorlar. Vatandaş her şeyi gayet net görüyor.