Bazı konular beni çok sevindiriyor, bazıları da aynı derecede üzüyor. Türkiye’nin gerek ekonomik olarak, gerek bölgesinde sözü dinlenir bir ülke olarak kaydettiği gelişme ortada. Başbakan Erdoğan’ın ekonomideki dirayetli yönetimi ve Ali Babacan’ın sıkı takibi, sadece faiz lobisine karşı direnişiyle bile, her türlü övgüyü hak ediyor. Bu anlayış Türkiye’yi IMF’den borç alan ülkeler kategorisinden çıkartıp IMF’ye borç veren ülkeler kategorisine taşıdı.
Türkiye’de demokratikleşme yolunda atılan adımlar hep başka hususların gölgesinde kalıyor ve maalesef hak ettiği takdir esirgeniyor. Yalnız başına vesayet meselesi bile, Türkiye’yi yöneten AK Parti’nin demokratikleşme yolundaki sağlam iradesini göstermeye yeter. Anayasa değişikliği ve yargı reformu paketlerini anmadan da geçmeyelim.
Bütün bunlara rağmen Avrupa’daki Türkiye algısında bir sorun var. Baş başa kaldığımız parlamenterler önce Türkiye’nin ekonomideki başarısını dinlemek istiyorlar bizden, daha sonra özgürlüklere ilişkin kaygılarını sıralıyorlar
10 gün önce katıldığım Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu toplantısındaki havadır bana yukarıdaki satırları yazdıran. Bu komisyon, Türkiye’nin AB işlerini kolaylaştırmak için düşünülmüş bir yardımcı unsur. Oysa mevcut durum tam tersi. Öyle bir kompozisyona sahip ki, sanki Türkiye bu komisyonda tartışmaya açılsın ve AB ilkelerinden ne kadar uzak durduğu anlaşılsın diye yapılandırılmış. Bildiğim kadarıyla AB Parlamentosundaki Parti Grupları eliyle oluşturuluyor bu komisyon. Grup başkanlarıyla temas ederek hedefin, Türkiye’ye köstek değil destek olması gerektiği bir kere daha hatırlatılmalı. Komisyonun eşbaşkanı Afif Demirkıran bu durumun farkında.
Benim katıldığım toplantının dört ana konusu vardı.
Vize muafiyetine ilişkin görüşlerimiz AB Bakanı Egemen Bağış tarafından dile getirildi önce. Stefan Fule ile yaşanan küçük bir gerginlik dışında bu konuda bir anlayış birliğine doğru gidildiğini söyleyebiliriz.
Müzakerelerin tıkandığı bir vakıa. AB kanadının “pozitif gündem” adıyla ortaya koyduğu anlayış belki bu tıkanıklığı açmakta işe yarayacak. Bazı çalışma gruplarının oluşturulması da müzakerelere alternatif olmamak kaydıyla olumlu bir adım.
Kıbrıs bu toplantıların vazgeçilmez konusu. Ancak komisyonda çok sayıda Yunan parlamenterin bulunması toplantıları ister istemez bir iddialar panayırı haline dönüştürüyor. Oysa bizim yapmamız gereken şey, Rumları masaya oturmaya zorlayacak yeni ve orijinal argümanlar geliştirmek olmalı. Ada civarında varlığı tespit edilen enerji kaynakları Türkiye’nin katkısı olmadan verimli işletilemeyecek gibi. Biraz bu konularda çalışmak gerekmez mi?
Toplantının bir diğer konusu kadının statüsü ve cinsiyet eşitliği idi. Bu konuda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in doyurucu sunumu çok etkili oldu. Ama yine de Onun anlattıklarından çok Türkiye’de kadınların maruz kaldığı şiddetin konuşulması, Türkiye’nin Avrupa’daki algısına dair yapılması zorunlu bazı şeyler olması gerektiğini yeniden hatırlattı bana.
Algı konusundaki sıkıntı acaba nereden kaynaklanıyor? Bunu iyi araştırmak ve tespit etmek gerekir. Strasbourg’da Umut Oran’ın yaptığı konuşmaya iki açıdan üzüldüm. Katıldığı bir gösteri dolayısıyla bir öğrenciye verilen hapis cezası etrafında yaptığı konuşmada, her türlü insaf ölçüsünün dışında Türkiye’yi yerden yere vurdu. Oysa bu cezayı onaylayan kimse yok Türkiye’de. Hükümet yargı sisteminin bu çarpıklıklarını düzeltmek için çırpınıyor. Yargı reformu paketleri bu amaca yönelik. Umut Oran’ın bunu göz ardı etmesini anlayamadım. Fakat asıl üzüldüğüm konu, bir iddiaya sahip Umut Oran’ın ve elbette CHP’nin, AB konusunda hiç bir stratejiye sahip olmayışı… Olsaydı çok daha kapsamlı ve bütünlük arz eden bir konuşma yapardı. AB yetkilileri hiç bir yerde bize “CHP’nin ve içindeki şu şahsın görüşlerini dikkate alın” deme durumuna gelmedi. Umut Oran’la ilgili umutlarım zedelendi ama CHP içinde umut vadeden isimler yok değil.