TBMM AB Uyum Komisyonunda Avrupa birliğinin Ülkemiz hakkında düzenlediği 2012 Türkiye İlerleme Raporu tartışıldı. Bilindiği gibi rapor, yayınlandığı ilk günlerde, çeşitli kesimlerce çok farklı yorumların konusu oldu. Bu yorumların bazılarının aşırı bir tepkiye vardırıldığı söylendi.
Toplantıya Türkiye – Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Afif Demirkıran, Ankara Milletvekili Haluk Özdalga, Gaziantep Milletvekili Ali Şahin, Zonguldak Milletvekili Ercan Candan, Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, Van Milletvekili Nazmi Gür, uzmanlar ve danışmanlar katıldı.
125 sayfa ve 33 fasıl üzerine değerlendirmeden oluşan söz konusu rapor, olumlu ve olumsuz yanları ile neler getiriyor, neler götürüyor? Komisyon Başkanı Mehmet Tekelioğlu, açış konuşmasında toplantının amacını, öncelikle bu soruların başta komisyon üyesi milletvekillerince içten, samimi bir ortam içinde tartışılmasını sağlamak ve sağlıklı bilgilenmek olarak açıkladı.
İlk turda, Komisyon uzmanlarından Ahmet Kaymaz’ın yaptığı sunumda, İlerleme raporu hakkında genel bilgi ve tespitler paylaşıldı. İkinci turda üye milletvekilleri görüş, eleştiri ve temennilerini dile getirdiler.
Haluk Özdalga raporun ve raporu eleştirenlerin üsluplarındaki sertliğe dikkat çekerek, bunun kimseye yarar getirmeyeceğini ifade ettikten sonra “Çok yönlü entegrasyonumuz bakımından AB’ye üyeliğimizin olmaması, dünyanın sonu değil ama şu gün için AB ile mukayese edilecek seviye ve nitelikte başka bir birlik seçeneğimiz yoktur” dedi.
Daha sonra söz alan Afif Demirkıran da raporun üslubunun sertliğine temas ettikten sonra eksiklerimizin olduğunu, raporda belirtilen eksikleri kabul etmemiz gerektiğini ifade etti: “Eksikler birdenbire tamamlanmıyor, tamamlanmaz. Bu bir zaman, bir aşama meselesi. AB bize kimi konularda niçin beşinci basamakta olmadığımızı soruyor. Ama üçüncü basamağı geçmeden beşinci basamağa nasıl çıkacaksınız? Yani kimi konular süreçle ilgilidir. Raporu kaleme alanlar bize yol gösterici bir tutum takınmaları gerekirken, Kıbrıs gibi kimi zaten ihtilaflı konularda yıkıcı olabiliyorlar. Ben rapordaki kimi sert üslubun Güney Kıbrıs’ın dönem başkanlığı ile ilişkili olduğunu düşünüyorum.”
Nazmi Gür, AB konusunda parti olarak hükümetin yanında olduklarını, ülke menfaati söz konusu olduğu zaman her türlü fedakârlığa hazır olduklarını ifade etti.
Aylin Nazlıaka, üç kıtanın ortasında, dünyanın merkezinde olan Türkiye’nin seçeneksiz kalamayacağını, her yöne açılan seçenekler geliştirmemiz gerektiğini dile getirdi.
Ali Şahin’in “Başbakan’ın ve Türkiye’nin samimi gayretlerini rapordan ve AB kriterlerinden daha fazla önemsiyorum” şeklindeki sözleri Türk dış politikasının ana güzergahının da özet bir ifadesi gibiydi.
Son değerlendirmeyi Komisyon Başkanı Prof Dr. Mehmet Tekelioğlu yaptı. Tekelioğlu, konuşmasına, öncelikle AB’ye girmek isteyen tarafın biz olduğumuza, talebin bizden gittiğine dikkat çekerek başladı. “Bizim önem verdiğimiz hususun, raporu hazırlayanların, ekstra bir yaklaşım olmadığını, başka ülkeler için gözetilen ilke ve yaklaşımların bizim için de gösterilmesi, çifte standart uygulanmaması” olduğunu söyledi.
Değerlendirmelerin serinkanlı, sakin bir düşünme biçimiyle yapılması gerektiğini ifade eden Tekelioğlu, Özetle şunları söyledi: “Her şeye rağmen konu, eksiklerimizi tespit etmemiz ve onları gidermemiz bakımından önemsenmelidir. AB’nin de kendi işleyişi içinde büyük yanlışlara imkân veren boşlukları, belirsizlikleri vardır. Bunların başında hukuki belirsizlik geliyor. Hukuki belirsizlik varsa diğer alanlarda mesela siyasi ve sosyal alanlarda da zorluklar fazla oluyor. Hukuki belirsizliği ortadan kaldırmamız gerekiyor.
Bu raporda noksan hatta haksız tespitler var mı? Var. Örneğin Kıbrıs ile ilgili değerlendirme. AB standartları iyi gözetseydi bu sorun en azından bu ölçüde, bu ağırlıkta yaşanmayacaktı. Aynı şekilde Bosna krizi de yaşanmayacaktı.
Biz rapor üzerinden kendimize, kendi fazlamıza, eksiğimize bakalım. Bu noktada asıl yük elbette hükümete düşüyor. Bu doğrudur. Ancak Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda herkese, her birimize, her kuruma düşen görev ve sorumluluklar vardır. Mesela, son dönemde güncel olduğu için söylüyorum; darbelerle yüzleşmek tüm Türkiye’nin yerine getirmesi gereken sorumluluktur.
Kimi şeylerde geç kaldığımız bir vakıadır. Ne var ki bu ülkenin ve toplumun içinde bulunduğu durumla da doğrudan ilgilidir. İsteseniz de bazı şeyleri yapmaya imkânınız ve gücünüz elvermez. On yıl önce kişi başına düşen milli gelir 3 bin dolardı, bugün 10 bin doları aştı. Üstelik dün çok kırılgan ve negatif etkilere fazlasıyla açık bir ekonomimiz vardı, bugün dayanıklı bir ekonomiye sahibiz. Bazı şeyler için ekonomik iklim değişmelidir, değişiyor. Bundan da önce demokratik iklim değişmelidir. Demokratik iklim değişmezse ekonomik iklim değişmez.
Herkesin rapor hakkında düşüncelerini ifade etmesi en doğal haktır. Ancak bu arada, “Türkiye’nin AB’ye ihtiyacından daha fazla AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var” gibi aşırıya kaçan söylemleri gerçekçi ve inandırıcı bulmuyorum.
Bizdeki gibi bir terör sorununun olmayışı sebebiyle Avrupa’nın bizi anlamada yaşadıkları kimi güçlükler başka bir sıkıntı alanını oluşturuyor. Bir Fransa’da bir Almanya’da bizdekine benzer bir terör sorunu yok. Durum böyle olunca dışarıdan bakmakla sorunu anlamakta zorlanıyorlar. Buna rağmen hem burada hem orada negatif bakışı takıntıya dönüştürmüş kişiler yanında, kendi koşullarımızı Avrupa’nın içine girdiği olgularla değerlendiren, olaylara pozitif bakabilen siyasetçi ve aydınlar da var.”
Son olarak AB ile ilgili başka bir güncel konuya değinen Tekelioğlu, “Nobel Barış Ödülünün AB’ye verildiğini biliyorsunuz.” diyerek, konuşmasını tebessümle ve tebessümlere yol açan tarzla bitirdi: “İnsan düşünmeden edemiyor; ödülü veren ülke olan Norveç’in AB’ye üye olmayan bir Avrupa ülkesi olması da biraz ilginç ve dikkat çekici. Belki bu barış ödülü Avrupa Konseyi’ne verilseydi daha iyi olurdu.”