Bir önceki yazıda ‘Ak Partili Yıllar’ diyerek genel bir değerlendirme yapmıştık.
Şimdi biraz daha ayrıntılı ele alabiliriz konuyu, ama ‘AK Yıllar’ diyerek…
Bugün 18 Kasım 2012. Abdullah Gül Başkanlığındaki birinci AK Parti Hükümeti’nin onuncu yılı.
‘AK Yıllar’ demeyi haklı çıkartacak bir yığın başarıyla dolu yıllar…
Hükümetin önemli bir taahhüdü vardı. Bu, Başbakan Abdullah Gül imzasıyla yayınlanan Acil Eylem Planı’nda (AEP) ifadesini buluyordu: “Çoğulcu bir demokrasi anlayışıyla hukuka ve insan haklarına saygı temelinde, sayısal üstünlüğün her şey demek olmadığını bilerek, atılacak önemli adımlarda toplumsal mutabakat oluşturmak yönünde azami gayret göstereceğiz.”
İç ve dış dünyanın güveni demokratikleşme başta olmak üzere uygulanacak politikalarla temin edilebilirdi. İşte bu anlayıştan yola çıkarak AEP ile hükümet programının öncelikleri bir takvime bağlanıyordu. Şöyle diyordu başbakan: “Eylem planımız partimizin seçim beyannamesinde ortaya koyduğu temel ilkelerden yola çıkarak hazırlanan hükümet programımızda yer alan politikaların somut iş programlarına dönüştürülmesi ve zenginleştirilmesiyle oluşmuştur.”
Başbakan Abdullah Gül ve AK Parti için her şeyin başında seçime girmesi engellenen AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın demokratik haklarının iadesi geliyordu. Bu haksızlığa kalbi taş kesilenler dışında kim razı olabilirdi ki.
AK Partili yıllardan bahsedebiliyorsak bugün, işte bu kararlı ve bilinçli tutum sayesindedir. AEP kapsamındaki faaliyetler şu başlıklar altında toplanmıştı.
• Demokratikleşme ve Hukuk Reformu
• Kamu Yönetimi Reformu
• Ekonomik Dönüşüm Programı
• Sosyal Politikalar
Demokratikleşme ve hukuk reformu, öylesine kapsamlı ve kararlı bir şekilde ele alındı ki, taraflı tarafsız her kesimin desteğini aldı. Aslında bu reform paketi AB yolunda atılmış çok ciddi bir adımdı. Sekiz yıl Avrupa Konseyi’nde Türkiye’yi temsil etmiş birisiyim ben.
Şeyh Galib’in ‘Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir’ sözlerini sık sık hatırlarım ve derim ki, eğer konseyde başım dik gezdiysem, hep bu reformlar sayesindedir.
Bu arada şunu da hatırlatmam lazım. Bir ülkenin AB ile müzakerelere başlaması için Avrupa Konseyi’nin denetim mekanizmasından geçmesi şarttır. 2004 yılında konseydeki çetin görüşmelerle Türkiye’nin AB yolu açılmış oldu. Bugünkü sıkıntılar ayrı bir bahis elbette, ama Türkiye’nin AB vizyonunu kaybetmediği hem Abdullah Gül’ün, hem Tayyip Erdoğan’ın beyanlarıyla ortada.
Bu reformlarla Türkiye’de inkâr, red ve asimilasyon politikaları sona erdi ve Türkiye büyük bir yanlışı, tarihin derin sayfalarına gömdü. Bu reformlar devam ediyor. 12 Eylül 2010 anayasa referandumu da çok önemli bir kilometre taşı olarak hafızalarımıza kazınmış durumda.
AK Parti döneminin en belirgin özelliği değişim ve dönüşümdür demiştik. Değişim ve dönüşümün kendisini en çok gösterdiği alan kamu yönetimi olsa gerek. Yerel yönetimlerle beraber düşünüldüğünde anlatacak ne çok şey çıkıyor ortaya. Meclisten yeni geçen ‘Büyükşehirler Yasası’nı da kattığımızda bu alanda ne kadar köklü değişiklikler yapıldığı daha iyi anlaşılır. Yolsuzluklarla mücadelede ise başta imtiyaz dağıtma işine son vermek var.
Ekonomik dönüşüm programının sadece ruhundan bahsetmeye müsait bu sütun. Yalnızca faiz ve enflasyon yükünün ortadan kalkmasını hatırlatıp sussak bile yeterli olur. Hele rakamlara girecek olursak sayfalar yetmez. Ama vergi politikaları, mali piyasalar, özelleştirme, yabancı sermaye yatırımları, teşvikler gibi konuşulacak ne çok alan sayabiliriz. Kişi başına gelirin üç bin dolardan on bin dolara çıktığını ve milli gelirin üç kattan çok arttığını da ilave etmek lazım.
AK Parti’nin uyguladığı sosyal politikalar dünyaya örnek olacak nitelikte. Daha düzgün bir gelir dağılımı, işsizliğe çare, herkese sosyal güvence, yaygın sağlık hizmeti, engellilerle ilgili gelişmeler, sosyal yardımlar bu alanda yazılan destandan ilk anda akla gelenler.
Hizmetler sektöründeki gelişmeleri, eğitimdeki köklü reformu, AR-GE harcamalarını, yüksek öğretimdeki gelişmeleri anlatmaya yerimiz elvermiyor ki…
Ya dış politikadaki itibar yükseltici zihniyet değişikliği…