Geçen haftaki yazıyı hastane odasında yazmıştım. Bu haftaki yazı evdeki hasta yatağımda şekilleniyor. Doktorum Prof. Dr. Bülent Menteş, normal hayata dönmem için elinden geleni yapıyor.
Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün düzenlediği programın amacı, Güney Afrika’da demokrasiye geçiş sürecini yahut bugünlerde bizde kullanılan tabirle çözüm sürecini incelemek. Alınacak dersler var mı, bakmak… Bu seyahatin detaylarını Ali Bayramoğlu, Cengiz Çandar ve Mithat Sancar uzun uzun yazdılar.
GA’ya ilk gelenler Hollandalılar ve Belçikalılar olmuş. Boer’ler denilen büyük çiftlik sahipleri için ‘Afrikalılara İncil’i verdiler, topraklarını aldılar’ denir. GA’ya daha sonra İngilizler gelmiş ve altın madenini keşfetmişler. Burada her şey İngiliz usulüne göre tanzim edilmiş. Herkes İngilizce konuşuyor, trafik soldan akıyor. Irk ayrımcılığının kaynağı da batılılar. Nasıl Suriye’de %15’lik alevi azınlık demokrasiden korkuyorsa GA’da da %15’lik beyazlar demokrasi korkusu yaşamışlar.
Ayırımcılığın hangi noktalara vardığını anlamak için Irk Ayırımcılığı Müzesi’ni görmek şart. Yan yana iki girişi var müzenin, biri beyazlar için diğeri beyaz olmayanlar için. Biletler rastgele düzenleniyor. Bana beyazların kapısı çıktı, Nursuna Memecan’a beyaz olmayanlarınki. ‘Tersi olmalıydı’ diye takıldım Nursuna Hanıma. Duydunuz mu bilmem, Yıldıray Oğur’un yeni bir kitabı çıktı “Cumhuriyet’in Beyaz Mağdurları” diye. Orada Nursuna Hanım’ın dedesi Nuri Demirağ’a yapılan haksızlıklar anlatılıyor. Müzeyi gezince ben insanlığımdan utandım. Neler yok ki… Mandela’nın 27 yıllık zindan hayatı, toplu katliamlar ve en vahşi uygulamalar… Veda hutbesini bir daha hatırladım.
Beyazları müzakere masasına oturtan sebepleri anlamak önemli. Mandela’nın da üyesi olduğu Afrika Ulusal Kongresi, uyguladığı yöntemlerle beyazlar için hayatı çekilmez hale getirdi. Uluslararası camia, bugün Suriye için koymadığı yaptırımları GA için koydu. Ticaret ve uluslararası her türlü temas neredeyse imkânsız hale geldi. Beyazlar Mandela ile görüşmeye kendilerini mecbur hissettiler. Bu görüşmelerde Mandela muhataplarına güven vermeyi ihmal etmedi. GA’nın siyahlar ve beyazlarla tek bir millet olabileceği fikrini işledi. Mandela bunu şöyle ifade ediyor: “Bir kaplanla oynadığımı biliyordum. Onu yenme ihtimalim yoktu. Tek çare vardı, kaplanı eğitmek. Ben de öyle yaptım.” Bu ifadeler geçen hafta bahsettiğim “Düşmanla Oynamak” adlı kitapta geçiyor. Bu kitabın hikâyesi filme de alınmış. ‘Invictus’ filmin adı, Latince bir kelime, ‘Yenilmez’ diye çevirebiliriz. Bu filmin iki sahnesi aklımdan çıkmıyor. Takımın beyaz kaptanı, Mandela için, “bir adam kendisini 30 yıl hapse tıkanları nasıl affeder” diye hayretini gizleyemiyor. Asıl çarpıcı olan şu sahne: Mandela başkan olduktan sonra Ragbi Federasyonunun kongresinde yönetim kurulunun tüm üyeleri siyahlardan oluşturulmak üzeredir. Mandela son anda girer salona. “Bu doğru olmaz” der, “eğer böyle yaparsak beyazları kaybederiz, korktukları gibi olduğumuzu göstermiş oluruz”
Bu filmi nerede seyrettim biliyor musunuz? Afrika’ya gitmişken safariye çıkmadan olur mu? Madikwe, Johannesburg’a en yakın safari alanıymış. Botsvana sınırında, GA’nın batısında. Üç saat kadar sürüyor. Otobüste izledik filmi. Uzun uzun safari anlatmak istemem. Şu notu yazmak kâfi. Her türlü hayvanı ve vahşi yaşamı gördük. Şanslıydık mı diyeyim, ne diyeyim bilmiyorum, bir de hemen önümüzde öküz başlı bir antilopu yere yıkan aslanı gördük.
GA’da, ‘siyaseti ver, serveti garantiye al’ anlayışı beyazlar için kaçınılmaz olmuş. Bir restorana gittik. Oturanlar beyaz, çalışanlar siyah. Yaşanmaya değer hayatı arayanlar için yine de bir başlangıç. Evet, bir başlangıç. Zira ekonomik özgürlük zaman alacak belki fakat biri olmadan diğerini elde etmek zor.
GA’da pek çok kişiyi dinledik. İkisini yazmadan edemeyeceğim. Biri Roelf Meyer, diğeri Mohammed Bhabha, biz Muhammed Baba diyelim. Meyer, Ulusal Parti adına müzakerelere katılanlardan, Baba ise Afrika Ulusal Kongresi adına. Yaşadıkları güçlükleri, geçici anayasa ve akabindeki seçimleri nasıl hazırladıklarını uzun uzun dinledik.
GA, ırk ayrımcılığından vaz geçmek zorunda kalmıştı. Çözüm böyle gerçekleşti.
Türkiye ise acımasız ulus devlet anlayışı uygulamalarından vaz geçerek çözüm yolunu bulmuşa benziyor.