Yeni hükümetin programı çok iddialı. Biraz mecbur buna. Büyük ülkelerin dertleri de büyük oluyor. Çözüm için de büyük adımlara ihtiyaç var. Görünürde hemen ele alınması gereken ekonomik sorunlar var, dış politika sorunları var, çözüm sürecine ilişkin sorunlar var. Bunların dışında ve uzun vadede ele alınması gerekenleri saymakla bitireneyiz. Dedik ya, büyük ülkenin çok sayıda sorunu olur diye…
Acil ele alınması gereken sorunlar cümlesine dâhil edelim mi bilmiyorum ama Programda Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Ulusal Güvenliğimizi Tehdit Eden Unsurlarla Mücadele” başlığı altında dile getirdiği konu da önemli. Şu satırlar o başlıktan: “Ne amaçla olursa olsun, hiç bir çeteleşmeye müsaade etmeyeceğiz. Bu yeni vesayet odağının, toplumu, siyaseti ve devleti baskı altına almasına ve ulusal güvenliğimizi tehdit etmesine izin vermeyeceğiz.”
Bu tür paralel yapıların ortaya çıkardığı problemler acaba sadece çeteleşmeden mi ibaret? Derin Tarih Dergisi’nin Eylül sayısında İsmail Kara’nın “Filistin Meselesi Türkiye ve İslam Dünyası İçin Bir Müdahale ve Kontrol Aracı mı?” başlıklı yazısını okurken aklıma takıldı bu soru. Prof. Kara’nın bir merakı var: “… Türkiye’nin bir cemaat üzerinden sürüklendiği dinlerarası diyalog süreçleri bizi Filistin meselesi veya İslam dünyasına müdahaleler karşısında daha kuvvetli, atak ve donanımlı bir hale mi getirdi yoksa daha zayıf ve çelimsiz, daha çekimser ve suskun bir derekeye mi düşürdü?”. Soru derin ve çetin… Filistin meselesinde olsun bölgemizdeki diğer meselelerde olsun toplumumuzdaki duyarlığın aşınmaması gerekiyor? İsterseniz bu duyarlığın inşâsı gerekiyor da diyebilirsiniz. Bunun için de sadece parlak cümlelere değil işi bilinçli bir düzeyde ele alacak ciddi organizasyonlara ve tarih şuuruna ihtiyacımız var.
Dil ve Edebiyat Dergisi bu şuuru uyandırmak için çırpınıyor. Ağustos sayısında verdiği “Gazze Risalesi” kitapçığı, Şair Cahit Koytak’ın Gazze’li Yusuf’a ve Telaviv’li Josef’e yazdığı şiir mektuplardan oluşuyor. Daha önceki Gazze felaketi sonrasında yazılmış olan bu kitap Pınar Yayınlarından çıkmıştı. “Gazze’li Yusuf, oğlum,” diye başlayan şiirlerin âhengi, bilesiniz ki, kitabı elinize alınca sizi koltuğunuza yapıştıracaktır. Şu satırlar Gazze Risalesinden: “kitapları karıştırdım, zamanın sayfalarını,/ yerin ve göğün arşivlerini,/ ölümün parmak izlerini, tozlu raflarda…/ bulmak için yerini ve dengini/ Gazze’de işlenen toplu cinayetlerin./ diyemem, rastlamadım, bu kadar vahşisine./ sicili çok kabarık çünkü insanoğlunun,/ atası Kabil’den beri, kırdığı kırkı geçmiş,/ defalarca kırıp geçirmiş,/ kardeşini, komşusunu ya da suç ortağını./ ona kendi zayıflığını, haksızlığını/ ya da alçaklığını hatırlatan herkesi…”
Filistin meselesini anlamak için okunacak çok kitap var. Bunlardan biri Edward Said‘in Yersiz Yurtsuz adlı otobiyografisi. Sultan Murad’ın torunlarından Kenize Murad‘ın Toprağımızın Kokusu adlı iç yakıcı kitabını da ihmal etmeyelim. Cahit Koytak, Lübnanlı şair Halil Cibran‘ın “The Prophet” adlı eserini yine nefis bir Türkçe ve âhenkle “Tanrı Elçisi” adıyla sunmuştu bize. Kapı Yayınlarından çıkan ve “Nebi” alt başlığını taşıyan bu şiirlerden de bir bölüm okuyalım ve Halil Cibran’ın nasıl derin bir yaramıza parmak bastığını görelim: “Güzel olan’a sahip misiniz,/ kusursuz olan’a sahip misiniz?/ Kalbi, ağaçtan ya da taştan oyulmuş,/ bir biçim verilmiş şeylerden, yerlerden alıp/ kutsal dağa tırmandıran Güzel’e,/ Kusursuz’a sahip misiniz?/ Deyin bana, bunlar var mı evlerinizde?/ Yoksa sahip olduğunuz refah mı sadece?/ Refaha ulaşma şehveti mi sadece?/ Bu sinsi şey ki, eve bir konuk olarak girer,/ sonra evin sahibi olur,/ sonra evin rabbi, evin efendisi…”
Bugün dergi ve kitaplardan söz ettik madem, size bir kusurumla ilgili bir sır vereyim ve bu kusurdan kurtulmak için ortaya koymaya çalıştığım cehdden söz edeyim. Osmanlıca okumakta zorlanıyor, yazmayı ise hiç beceremiyorum. Özellikle el yazısında sıkıntım var. Bir caminin kitabesini okuyamamak, bir mezar taşında kime Fatiha talep edildiğini sökememek, bir çeşmeyi yaptıran hayırseverin kim olduğunu anlayamamak beni kahrediyordu. O nefis levhalarda ne yazdığını çıkaramamak… Bir fermana okuyamadan bakmak… Şeyh Galib’i aslından okuyamamak… Sonra da her konuda ahkâm kesmekten geri kalmamak… Buna bir son vermem gerekiyordu. Çok yol aldım. İnternette çok imkân var. Hayrat Vakfı bünyesinde çıkan Osmanlıca adlı aylık dergi de çok işime yarıyor. Biraz merakınız varsa hemen abone olun.
Kültür, şiir ve insan iç içe, öyle değil mi?