Yükseköğretim konuları bugünlerde herkesin dilinde. Akademik yılın başlaması vesilesiyle düzenlenen törenlerde önemli mesajlar veriliyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, üniversitelerin açılış toplantılarına katılarak yükseköğretimin geleceğiyle ilgisini açıkça ortaya koyuyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu üniversitelerde hem başbakan hem bir hoca olarak işin ne kadar içinde olduğunu ve olacağını belirtmekle kalmıyor özlük hakları başta olmak üzere yeni düzenlemelerin de müjdesini veriyor. YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya kalıcı düzenlemeler için çırpınırken özellikle öğretim üyesi yetiştirmek için yeni arayışlar pesinde olduğunu gizlemiyor. Vakıf üniversitelerinin öğretim üyesi yetiştirmeye fiili ya da mali katkı yapmaları gerektiğine burada daha önce işaret etmiştik.
Bütün bunlar yükseköğretim camiasında yeni umutlar yeşertiyor.
Bir önceki hafta sonu Abdullah Gül Üniversitesi’nin akademik yıl açılış törenine katıldım. AGÜ, bir devlet üniversitesi. Açılışta konuşan Abdullah Gül, bu üniversitenin belli alanlarda öne çıkması için büyük gayret gösteriyor. Arama konferanslarıyla nasıl bir üniversite ve nasıl bir oluşum sorusuna cevap aranması da O’nun fikri idi. Bu çırpınışlara Kayserililer de duyarsız kalmadılar. Bir vakıf kurarak üniversiteye destek olmaya karar verdiler. Ben de bu Vakfın Mütevelli Heyet üyesi olarak gelişmeleri yakından takip etmeye çalışıyorum. Vakıf, öğrencileri destekliyor. Burs veriyor, öğrenci köyünde onlara imkanlar yaratıyor, bilgisayar veriyor, yabancı dil bilgilerini pekiştirmek için yurt dışı imkanlar sağlıyor. Öğretim üyelerini destekliyor. Öğretim üyeleri için AGÜ’yü tercih edilebilir bir üniversite haline getirmek kolay değil. Onlar için maddi destek ve kalacakları ev temin etmek, üstelik çocukları için kampüste okul öncesinden başlayarak liseye kadar eğitim tesisleri kurmak vakfın neredeyse tamamlamak üzere olduğu işlerden bazıları. Vakfın mütevelli heyetindeki ve yönetimindeki isimleri görmek için internet sitesini ziyaret ederseniz nasıl bir çeşitlilik arz ettiğini anlarsınız. Burada fazla detaya giremem. Üç yıl içinde vakfın bağışlarla 50 milyon lira gelir elde ettiğini, yukarda saydığımız işler için 40 milyon lira harcama yaptığını söylemekle yetinelim. Gayrimenkul bağışları ve gelir paylaşımı yoluyla elde edilecek diğer gelirlerin yukardaki rakamlara dahil olmadığını söylemem gerekiyor. Bütün bunların altında yatan sır ne mi? Şehrin belediye başkanlarıyla, iş adamlarıyla ve tüm varlığıyla bu işe sahip çıkması. Sanılmasın ki daha önce Erciyes Üniversitesi için aynı sahiplenme duygusu yoktu.
Sözü şuraya getireceğim. Üniversiteler için yeni modeller ararken bu yarı devlet yarı vakıf üniversite modelini göz ardı etmemeliyiz. Her şeyi devletten bekleyen, oradan para gelirse bina yapan gelmezse ağlayan anlayıştan kurtulmalıyız. Buna dair iyi örnekler var Türkiye’de, ancak çoğu kişisel desteklerin ötesine geçemiyor.
İzmir’de bu konuda yapılacak çok iş var. İzmir’in büyük potansiyeli ile üniversiteleri buluşturmak gerekiyor. Belki bir farkındalık çalışması yapmalıyız. THK Üniversitesini de sayarsak İzmir’de 10 üniversite var. İzmir iş âleminin ve başta Büyükşehir olmak üzere Belediyelerin üniversitelerimize daha çok sahip çıkması gerekmez mi?
Dokuz Eylül ve Ege Üniversitesi bunca mezun verdi, Türkiye’ye nice değerler kazandırdı. Hem bu üniversitelerimizin mezunlarla ilişkilerini gözden geçirmeleri gerekiyor, hem de mezunların üniversitelerine ilgi göstermesi icap ediyor. Kim öncülük edecek peki? Bana göre Üniversite yönetimleri…
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, gittikçe yüksek lisans ve doktora eğitimine önem veren bir yapıya doğru ilerliyor. Belli ki Enstitü kendi bünyesine uygun model arayışını sürdürüyor. Rektör Prof. Dr. Mustafa Güden’in bu stratejisi ve Enstitüyü getirdiği nokta gerçekten takdire şayan.
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi’nin de belli alanlarda seçkin bir üniversite olacağına dair kanaatim gün geçtikçe pekişiyor. Kısa zamanda kampüsün geldiği durum, öğretim üyesi ve öğrenci sayısındaki gelişme benzerleriyle mukayese edilince hayranlık uyandırıyor. Rektör Prof. Dr. Galip Akhan’ın mütevazı kişiliği, şamatasız iş yapma prensibi ve çalışkanlığı, uzun süren başhekimliğindeki gibi Rektörlüğünde de kendini göstermiş. İkinci döneminde fiziksel yapılanmanın çoğunu bitirmiş olarak gücünü bölümlerin kuvvetlenmesine harcayacağını söyleyebiliriz.
Kuruluşunda öğretim üyesi olarak çalıştığım Celal Bayar Üniversitesinde ilginç bir rektörlük yarışı var. Şimdiki Rektör Prof. Dr. Mehmet Pakdemirli benim davetimle gelmişti Makina Mühendisliği Bölümüne. O’nun Celal Bayar Üniversitesi’ndeki gelişmede çok emeği olduğunu biliyorum. Prof. Pakdemirli, kendisine yapılan ithamların aksine iradesini hiç bir yapıya teslim etmeyecek kadar sağlam bir karaktere sahiptir.
Allah, emeklerin boşa gitmeyeceğini vaad ediyor. Çalışan eninde sonunda kazanıyor.