Her partinin amacı daha çok oy almak. Bu normal. Fakat önemli bir nokta var. Çok oy almak için toplumsal taleplere inandırıcı ve makul çözümler sunmak gerekiyor.
Türkiye’nin geleceği mi daha önemli partiler için, yoksa ne pahasına olursa olsun bu seçimde daha çok oy almak mı? Öyle görünüyor ki partilerin hepsi bu hesabın içinde değil. Oysa biz yakın geçmişte hesapsız kitapsız vaadlerin ceremesini hala çeken bir toplumuz. Bugün çok önemli bir sorun olan sosyal güvenlik harcamalarının altında 40 yaşında emekliliğe yol açan anlayış yok mu?
İngiltere seçimleri herkesi biraz şaşırttı. Koalisyon bekleniyordu, tek parti iktidarı çıktı. Şimdi sosyal demokratlar seçimi kaybeden İşçi Partisinin nerede hata yaptığını bulmaya çalışıyorlar. Şu satırları Sabah’ta Hasan Bülent Kahraman İşçi Partisi için yazmış: “İP ‘daha iyi bir gelecek’ sloganıyla girdi seçimlere. Bu sloganın içi boş deniyordu. Nedeni, MP’nin ekonomiyi büyütmesiydi. Ekonomi büyürken, ‘daha iyi bir gelecek’ manasız bir çağrıya dönüşmüştü.” Bizim seçimler için CHP‘nin sloganı neydi, “yaşanacak bir Türkiye” değil miydi? Yukardaki satırları biraz değiştirip şöyle okuyacağımız günler uzak değil gibi geliyor bana: “CHP ‘yaşanacak bir Türkiye’ sloganıyla girdi seçimlere. Bu sloganın içi boş deniyordu. Nedeni, Ak Parti’nin ekonomiyi büyütmesiydi. Ekonomi büyürken ‘yaşanacak bir Türkiye’ manasız bir çağrıya dönüşmüştü.” Ne dersiniz, haksız mıyım? Partiler inandırıcı olmalı dememiş miydik? Şimdi Allah aşkına, ‘bu vaadler için kaynak nerede?’ sorusunun cevabı, “benim adım Kemal, ben bulurum” ise CHP’yi bekleyen akıbet İşçi Partisinden beter olmaz mı? CHP’nin bu popülist yaklaşımının parti içindeki ve dışındaki sol entellektüeller tarafından görmezden gelinmesine ne diyelim? Türkiye’de doğruları söyleyenler azalıyor mu, ne? Hem de her kesimde… İster bir takım endişeler sebebiyle olsun, ister oportünizm kaygısıyla… Belki en esaslı meselemiz bu…
Şimdi bakıyorum bazı yazarlar ‘istikrar sorunu olmaz Türkiye’de’ diye koalisyonlara davetiye çıkarmaya çalışıyorlar. Ak Parti bunlara teşekkür etmeli. İş dünyasının patronları en ufak bir koalisyon ihtimali görseler götürüp oylarını toptan Ak Parti’ye verirler. Sanki öyle yapacaklar gibi. Öyle değil mi, kurulu düzenin bozulmasını kim ister? Ak Parti’nin ekonomiyi büyütmesiyle servetlerine servet kattıklarını biliyoruz TUSİAD ve benzeri kuruluş mensuplarının. Yaptıkları bunca yatırımı istikrarı bozup tehlikeye atmak isterler mi? Satılan bunca otomobil, beyaz eşya ve konutun ödemesini riske atar mı insanlar?
Hasan Bülent Kahraman’dan bir alıntı daha yapalım: “… hem toplumlar koalisyon hükümeti istemiyor hem de refah ve büyüme siyasette kesin olarak ödüllendiriliyor.” İngiltere’de olup biteni açıklamak için başka hususlar da dile getiriliyor. “Muhafazakarlar kemer sıkma önlemlerinin ekonomik büyüme için gerekli olduğunu, rakiplerinin kuracağı bir hükümetin piyasalarda belirsizliğe yol açacağını savundular. İşçi Partisi, Muhafazakarların özellikle ekonomi konusundaki argümanları karşısında yeterince etkili ve cesur alternatifler üretemedi.” Burada da ‘Muhafazakarlar’ yerine ‘Ak Parti’, ‘İşçi Partisi’ yerine de ‘CHP’ yazın ve bir daha okuyun. Bir de son cümleyi okurken CHP’nin ‘inandırıcı alternatifler’ üretemediğini not edin lütfen. Muhafazakar parti bütçe açıklarını azaltacağını vaad etmişti. Bunun kemer sıkmak manasına geldiğini Kılıçdaroğlu biliyor mu dersiniz? İnandırıcılık dediğim bu işte…
Biliyorsunuz David Cameron’un lideri olduğu Muhafazakar Parti 650 koltuklu Avam Kamerasında 331 milletvekili çıkararak Hükümeti kurma hakkını kazanmıştı.
CHP öylesine hesapsız kitapsız vaadlerde bulunuyor ki insan ister istemez, “nasılsa iktidar yok bize, hesap soran da olmayacak” anlayışının bir tezahürüdür bunlar demek zorunda kalıyor. İzmir adaylarından birisi “kapatılan belediyeleri tekrar açacağız” demiş. Türkiye’nin idari yapılanmasına dair en ufak bir fikri olmayan, bu komuda hiç düşünmemiş, verimlilik kavramını hiç duymamış birisi söyleyebilir bunları. Liderleri de aynı doğrultuda konuşuyor. Al birini vur ötekine…
Ak Parti İzmir adayları Veysel Eroğlu ve İbrahim Turhan bu söylemleri hiç ciddiye almamalılar. Gördüğüm kadarıyla teşkilatlarla iyi anlaşıyor ve onları anlamsız ve sahte karşılama törenleri, çekilmez kaprisler ve taleplerle yormuyorlar. Bu da başta İzmir İl Başkanı Bülent Delican ve SKM’de canhıraş gayret gösteren herkesi mutlu ediyor. Tevazu böyle bir şey olsa gerek…
Bu yazıyı TBMM’nin görevlendirmesiyle çıktığım Panama yolunda yazıyorum. Amsterdam üzerinden Panama on beş saatlik bir yolculuk demek. Parlatino‘da bir konuşma yapmak ve bazı temaslarda bulunmak için gidiyorum. Dünyanın en çok yabancı gemi kaydeden ülkesinin Panama olduğunu biliyor muydunuz? Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus’u birleştiren Panama Kanalına da bir gezi var galiba programda. Belki kısmet olur bir yazıyla sizleri de oralardan haberdar ederim.
Panama’dan selamlar…