İhsan Oktay Anar’ın “karanlık saçan fener” hikâyesi bugünlere nasıl da uyuyor… Kitab-ül Hiyel adlı romanında gündüz görebilmek için karanlık saçan bir fenere mecbur olan bir hırsızın serüveni de vardır. Son zamanlarda bölgemizde cereyan eden olaylar, karanlık saçan fenerlerin marifetleri sebebiyle iyi teşhis edilememek gibi bir tehlike taşıyor.
Tarih boyunca bütün savaşlar eninde sonunda tarafların masaya oturmasıyla son buluyor. Bu anlamda çözüm süreci dediğimiz, özünde demokrasiyi geliştirmekten ibaret olan çalışma da otuz yıllık bir çatışmayı sona erdirmek için yürütülüyordu. PKK’nın bu konudaki gönülsüzlüğü, hadi ikircikli tutumu diyelim, bilinmeyen bir şey değildi. Süreç hatırına pek çok hoyratlığa ve Başbakan Davutoğlu’nun tabiriyle kamu düzenini zedeleyici hatta tahrip edici davranışlara ve eylemlere göz yumulmuştu. Seçimin bu şartlar altında yapılmasının getireceği riskleri ifade eden nice bölge sakinlerini kırmak pahasına gerekli adımları atmaktan geri durmuştu hükümet.
Büyük ülke olmanın en temel şartlarından birisi iç barışı sağlamış olmaktır. Bu anlamda çözüm sürecinin bir kıymeti vardır. Önemli olan bu sürecin nasıl yürütüleceğidir. Yukarda değindiğimiz gibi demokratikleşme ve hukuk devleti olma azminin zedelenmemesi esastır. Bir zedelenme yok dersek kendimizi kandırmış oluruz. En azından böyle bir algı mevcuttur. Ak Parti bu durumu değiştirmekle mükelleftir. Ancak PKK da silahlı unsurlarını devre dışı bırakmayarak sürecin gelişmesini önlemiştir.
Suriye’deki durum PKK’yı Kürt devletine giden yolda bazı hayallere sevk etmiş gibi. Türkiye’deki hoyratça davranışlarında bu hayalin de etkisi var sanırım. Cin olmadan çarpmaya kalkışmak denir buna. ABD ile Türkiye’nin güvenli bölge konusunda anlaşması PKK’nın hesaplarını bozmuş olmalı. Şu anda çılgınlaşmış durumdalar ama varacakları bir yer yok.
Kandil, Öcalan’ı devre dışı bırakmaya uğraşıyor. HDP içinde olayın farkında olanlar var ama Kandil’in sözünden çıkamayanlar daha çok. HDP sıkışmış durumda. HDP’nin mecliste olması önemsendi, dağdan inmenin bir yolu olarak görüldü. Siyasette olurlarsa dağın kıymeti kalmaz diye düşünen çoktu ama anladığım kadarıyla onlar Kandil’e itiraz edemiyorlar. Seçimden bu tarafa tebarüz eden durum HDP’nin bağımsız siyaset yürütemediği ve iradesinin Kandil’de olduğudur. Bu da çözümsüzlüğü ve sıkıntıyı getiriyor.
IŞİD ve diğer konularda ABD ile elde edilen anlaşma zemini biraz oyunu değiştirdi. Ben öyle tahmin ediyorum ki aklı başında Kürtler, bu adam öldürmelerle bir yere varılamayacağını yüksek sesle haykıracaklar. Kürt aydınlarının sesinin daha gür çıkmasını bekliyorum. HDP’ye ‘bağımsız hareket edin ve çözümü siyasette arayın’ diyeceklerini umuyorum. Demirtaş durmadan barış diyor ama test edilmemiş bir çağrı bu. Seçimden önce de ‘barış’ dedi ama ‘Kandil’in yaptığı yanlış’ demiyor. ‘Askerin cenazesinde bulunmak isterdim’ diyor ama bulunamıyor. Provokasyona hazır bir zemin var, ama bunun yolunu kapatacak adımları atmaktan aciz.
Amerika ile üslerin kullanımına dair bir anlaşma temin edilmesi pek çok hesabın elden geçirilmesini gerektirecek gibi. Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt oluşumu uman çevreler bu anlaşma ile şakına dönmüş gibiler. Onun için bazı kalemler Amerika PKK’yı sattı gibi söylemleri dillendiriyorlar.
İşin bir de IŞİD kısmı var. Urfa’daki katliam ve arkasından PKK’nın anlamsız katliamları hem PKK hem IŞİD üzerine gitmeyi kaçınılmaz kıldı. PKK, açıkça Kürt siyasetini yanlış yola sevk etmekte ısrar etmektedir. HDP içindeki akl-ı selim sahibi milletvekillerinin bu duruma itiraz etmelerini beklerdim.
Ben sivil toplumun gücünü harekete geçirmenin yollarını bulmak zorundayız diye düşünüyorum. Bu anlamda Türkiye’nin her tarafındaki Kürtler seslerini yükseltseler diyorum. Kürt aydınları, işadamları, kanaat önderleri, hacıları, hocaları, neredesiniz, niçin sizin adınıza yapılan yanlışa itiraz etmiyorsunuz. İstanbul’da, İzmir’de, Akdeniz’de, Karadeniz’de, İç Anadolu’da Kürt mü kalmadı yoksa… Eğer biz birlikte yaşama iradesini kaybedersek felaketler birbirini takip edecek demektir. Onun için gün bugündür.
7 Haziran günü burada ‘Ebed bizimdir’ başlığı altındaki yazıda şöyle bir ifade vardı: “HDP’nin birden barış meleği kesilmesini ihtiyatla karşılamaya mecburuz. HDP henüz zaman testini geçmiş değil. Bir taraftan barış derken diğer taraftan tehdidi elden bırakmamak olacak iş değildir. Bu tehdidi, bölgeyi iyi bilenler ciddiye alıyorlar.” HDP ve eş başkanlarının beni haklı çıkarmak için bu kadar acele etmelerine ne gerek vardı… O gün barış diyenler şimdi sırtlarını bir takım örgütlere dayamaktan ve öz savunma güçlerini oluşturmaktan bahsetmeye başladılar.
Koalisyon görüşmeleri olumsuz sonuçlanır ve erken seçim kaçınılmaz olursa bütün partilerin işi çok daha zor olacak…
İnsanlığa bir değer sunacaksak önce iç barışı ve huzuru temin zorundayız… Birlikte yaşama azmini koruyarak…