Sıradan bir Fransız olduğunuzu farz edin. Olup bitenler sizde nasıl bir algı oluşturur? Bir sürü masum insanın canına kıyanlar kimler diye bakmaz mısınız? Peki, bunların hepsi Müslüman kimliği taşıyorsa İslamiyet hakkında önceden bir yargınız bulunsun bulunmasın, ne düşünürsünüz? İnsanların öldürülme biçimi gelince aklınıza neler hissedersiniz? Aradan birkaç gün geçip konser salonu, stadyum ve restoranlara saldırmanın anlamı üzerinde kafa yormaz mısınız?
İslam dünyası bu tür yanlışların doğrudan değilse bile dolaylı ilk sorumlusudur. Ortaya iyi örnekler koymadan “İslam barış dinidir” söyleminin bir kıymeti olmadığını mırıldansam çok mu abartmış olurum?
İşin çok yönlü olduğunu bilmiyor değilim. Batı dünyasının Şam, Bağdat, Filistin ve Basra üzerinde ne manipülasyonlar çevirdiğini göz ardı ediyor da değilim. İslam dünyasının kendi içinde çözemediği sorunları nice yıllardır Batının müdahalesine açık hale getirdiği malum.
Filistin gibi İslam dünyasındaki her ülkenin neredeyse aynı şeyi söylediği bir meselede bile birlik ruhundan eser görmüyoruz. Bağ bahçe dağınık olunca birileri düzenlemeye kalkar elbette.
Irak’ta zalim Saddam gidince işlerin rayına gireceğini sananların ne kadar aldandığı ortada. Yüzyıllardır İslam dünyasını kemiren mezhep kavgalarını Irak’ta bir kere daha yaşamak İslam dünyasının en büyük ayıbı olarak duruyor ortada. Bu coğrafyanın sosyolojik yapısına aldırış etmeyen Amerika’nın ortaya çıkardığı Irak’ta, artık ölümlerin kanıksandığı bir iklim hüküm sürüyor.
Arap baharı ne kadar da kısa sürdü… O zaman açan çiçeklerden sadece adı Tunus olan kaldı. O da ne güçlüklerle ve fedakarlıklarla… Suriye o baharın getirdiği havayı koklayamadan bir tufanın içinde buldu kendisini. İslam dünyası birlik halinde ‘şu olaya müdahale edeyim’ diyemedi. Ölen ve Edward Said’in tabiriyle ‘Yersiz Yurtsuz’ hale gelen on binlerce insanın vebalini öncelikle İslam Dünyası yüklenmek durumunda değil mi?
Mısır’da açık bir darbe ile devrilen Mursi’nin arkasında durmayı beceremedi İslam Dünyası. Mursi’yi yüz yüze kalabileceği tehlikeler konusunda uyaracak bir mekanizması yoktu bu Dünyanın.. Mısır demokratik bir yönetim şansını şimdilik yitirmiş görünüyor.
Afganistan, Myanmar, Yemen, Afrika’da bir çok ülke, Çeçenistan, Türkistan… Hepsi de derin sorunlarla boğuşuyor.
Varlık içinde yüzen Arap ülkelerinden bir şey bekleyecek halimiz yok. İran kendisini ağır bir mezhep hastalığına kaptırmış gidiyor.
IŞİD’i ortaya çıkaran iklimi anlamakta zorluk çekiyoruz. Fakat unutmayalım, neredeyse bir devletteki bütün mekanizmalara sahip bir oluşumdan söz ediyoruz. Bu konuda benim bir merakım vardı. IŞİD’e katılmış birisiyle oturup konuşmak istiyordum hangi argümanlarla bu zalim örgüte katıldıklarını anlamak için. Nasıl oluyordu da kafa kesmek, masum insanların ölümüne yol açan eylemler icra etmek İslami bir kılıfa büründürülüyordu? Böyle birini henüz bulamadım ama size iki yazı önerebilirim. Biri TEPAV’dan Selim Koru’nun ‘Türkiye’nin Militan Selefiliğe karşı mücadelesi’ başlığını taşıyor. Diğeri, ‘thedailybeast.com’ internet sitesinde yayınlanan ve birinin başlığı ‘IŞİD intihar bombacılarını nasıl buluyor?’ diye çevrilebilecek dört bölümlük İngilizce bir metin.
İslamiyet’e inanmakla İslamiyet’i bilmek arasında bir fark olduğunu düşünüyorum ben. İslamiyet’in günümüzün sorunlarına nasıl çözümler getirdiği öyle cami kürsülerinde anlatılacak işlerden değil. Bunun için uzun bir akademik çalışma ve uygulama gerekiyor. Bu sahada kaç Enstitü ve benzeri kuruluşa sahip ki İslam ülkeleri…
Şimdi gelelim ortaya iyi örnekler koyma meselesine. Bunun kriterini tayin etmek çok zor bir iş. Biz yine de özgürlükler, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve ekonomik kalkınmışlık, gelir dağılımı, her seviyede okullaşma ve benzeri hususlar üzerinden yürüyebiliriz. Elbette buna itiraz edenler ve eksik bulanlar olacaktır. Haksız sayılmazlar. Niçin Ensar ruhuna sahip olmak da bir kriter olarak ele alınmasın mesela?
Bu konuda İslam Dünyasında ümit bağlayabileceğimiz bir ülke biliyor musunuz? Ben Türkiye’nin ortaya iyi örnekler koyma potansiyeline güveniyorum. Bunu harekete geçirmenin, şimdilik en pratik yolu AB üyeliği. Hiç değilse o potansiyelin canlılığını koruması ve büyümesi için bu gerekli. Siz AB’ninkinden başka hayatın her alanını kapsayan bir standartlar manzumesi biliyor musunuz? İslamiyet diyenlere itiraz edemem. Fakat ortaya tek bir uygulama koymadan ve üzerinde mutabakat sağlamadan nasıl olacak diye sorarım.
Davutoğlu hükümeti bu konulara el atsa iyi olmaz mı? İşe eğitimi ön sıraya koyarak başlayabilir ve AB ile ilişkileri canlandırabilir. Türkiye örneği çok önemli…
Bir Fransız’ın İslamiyet algısını değiştirmek için yapılacak ne çok iş var… Bugünlerde İstanbul’da toplanacak İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi İSEDAK’ın gündeminde böyle konular var mı, bilmiyorum. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın çalışmalarını küçümseyemem elbette ama Teşkilatın siyasi konularda etkin olamadığı çok açık.
Bir şeyi not edelim. Filistin bir semboldür. Filistin meselesi adil bir çözüme kavuşmadan ne Avrupa ve Amerika rahat edebilir ne de İslam Dünyası ve İsrail.
Unutmayın, Filistin bir semboldür.