Seçimlerin Türkiye’de siyasi istikrarı temin ettiğini söylüyorduk ya… Sanki nazar değdi ve Suriye’de Rus uçağının düşürülmesiyle birlikte bölgesel siyasi istikrar tehlikeli bir girdabın içine yuvarlandı.
Uçağın düştüğünü duyar duymaz “kim istedi bunu” diye geçti aklımdan. Sanki birileri Türkiye’yi dibi görünmez bir girdabın içine sürüklüyordu. Sınır ihlali yaparak Türkiye’yi uçağa müdahale zorunda bırakmak bir planın parçası mıydı acaba? Komplo teorilerinden hiç hoşlanmasam da bu işin içinde bir iş olduğunu düşünmeden edemedim. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Rus uçağı olduğunu bilseydik tutumumuz farklı olabilirdi” sözünü de not edelim.
Olaydan sonraki gelişmelere bakarak Türkiye için zaten sıkıntılı olan bölgenin daha da karmaşık işlere gebe olduğunu tahmin etmek zor değil. Çok yönü var bu hadisenin.
Viyana görüşmelerinde Esad’sız bir çözüme doğru ortaya çıkan gelişmelerin bundan sonraki istikameti yine de aynı olur mu? Bana zor gibi geliyor. Rusya zaten Esad’sız bir çözümü tam kabul etmemişti, bir belirsizlik vardı o noktada, fakat ümitler sönmemişti. Şimdi durum aynı mı? Suriye meselesinin halli zaten zordu. Esad gitmezse zorluk katlanır.
Turizm sektörünün bugünlerde eli ayağı titriyor olmalı. Rusya ile gerginleşecek ilişkilerin bu sektöre vuracağı bir darbenin sonuçları çok kaygı verici olabilir. Maliyeciler de oturup düşünseler yeridir. Cari açığın turizm gelirleri azalırsa ne olacağı ayrı bir dert kaynağı. Lavrov’un ilk tepki olmasını dilediğimiz “Türkiye’ye gitmeyin ey Ruslar” çağrısı da kaygıyı artırıyor. Putin de üstüne tüy dikiyor, futbol takımlarına ‘Türkiye’de hazırlık kampı yapmayın’ diyor.
Sebze ve meyve ihracatımızda Rusya’nın ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok. Buradaki bir kriz üreticilerimizi yeni pazarlar aramaya itecek ama hemen bulmak ne kadar zor, tahmin edersiniz. İhracat ve ithalatta Rusya’nın payı yüzde olarak ne kadardır, bu rakamlara girmeyelim. Zaten iş sadece niceliklerle izah edilemeyecek kadar önemli.
Türkiye’nin kozları da az değil. Bakmayın önce Ruslara ilişkin olanları saydığıma. Her şeyden önce Türkiye’nin müdahale ettiği uçağın sınır tecavüzü var ortada. İki milyonu aşkın insanını mülteci durumuna düşürmüş, on binlercesini katletmiş kirli bir rejimi desteklemek gibi ahlak dışı bir tutumun hiç mi bedeli olmayacak Rusya için? Enerji meselelerinde avantaj Rusya’da gibi görünse de sonuçları çok ağır olabilecek bir enerji kesintisine gitmesi zor onların. Soğuk savaş yıllarında değiliz şimdi ve sanırım Putin de o günlere dönmek istemez. Yine de Putin’in ne kadar gözü kara olduğunu Kırım ve Ukrayna örneğine bakarak hatırlayabiliriz.
Zaten sallantıda olan bölge istikrarının bu son olayla daha da kaygı verici bir hale geldiği ortada. Bu istikrarsızlığın etkilerinden arınmak için Türkiye’nin güçlü olması gerekiyor. “Güçlü olmaktan kasıt nedir?” Çok zor bir soru bu. Üniversitelerin ilgili bölümlerinde bu soruya cevap aranıyor mu, bilmiyorum. Biz, bu kapsamda sayılması muhtemel birkaç hususu ele alalım.
Birincisi siyasi istikrar. 1 Kasım seçimlerinin iç siyasi istikrarı temin ettiği belli. Bu büyük bir avantaj. Hükümetin kurulmuş olması ve programını açıklamasıyla herkesin önünü görmesi de mümkün hale geliyor.
Güçlü ülke için kriter koymak benim işim değil ama hukuken öngörülebilir bir ülke olmayı önemserim. Bunu da AB kriterlerine uyma gayretiyle ölçebiliriz.
Bir başka faktör ekonomik büyüme olsa gerek. Bu konuda kaygılar çok. Yedi sekiz yıl öncesinin %6’yı bulan büyüme oranlarından uzaktayız. Fakat getirilecek tedbirlerle bu hedefe doğru yol almak mümkün. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun açıkladığı Hükümet programındaki şu ifadeler ümitvar olmak için bir ışık mahiyetinde:
“Üreten, istihdam oluşturan, ihracatını artıran bir ülke olma yolunda reel sektörün yatırım ve işletme aşamalarında çok daha güçlü ve rekabetçi olmasını amaçlıyoruz. Üretim yapımızda ileri teknolojiye dayalı yüksek katma değerli ürünlerin payını artıracağız.
Ekonomimizin kılcal damarlarına dokunan, ‘öncelikli dönüşüm programlarımızı’ hayata geçireceğiz. Tasarruf oranlarımızı artırmayı, artan tasarrufları daha üretken alanlara yönlendirmeyi ve potansiyel büyümemizi daha üst noktalara yükseltmeyi hedefliyoruz.
Bütün bu reformları, vaatlerimizi ve projelerimizi belirli bir takvime bağlayan, sorumlulukları netleştiren, hesap verebilirliği sağlayacak olan eylem planımızı da ayrıca halkımızla paylaşacağız. 3 ay, 6 ay ve 1 yıl içinde ayrıntılı ve şeffaf bir şekilde neleri yapacağımızı içeren eylem planımız, uygulamanın etkinliği ve takibi bakımından da sağlam bir zemin oluşturacaktır.”
İç barış, eğitim, kamu yönetiminde reform ve benzerleri… Tüketime değil üretime ağırlık veren bir anlayış… Sözü uzatmaya gerek yok. Kısa yoldan AB prensipleri… Bazı işlerin süreye bağlanması çok iyi. İzleyip göreceğiz.
Ne demiştik bir önceki yazıda. “Filistin bir semboldür.” Orada istikrar olmadan bölgesel istikrardan söz edilemez.