Ben çok uzun zamandır AB ilkelerine sahip olmamız gerektiğini savunurum. Bazı arkadaşlarım bunu bana yakıştıramadıklarını söylerlerdi. Söylerlerdi deyişim bilerek. Şimdilerde onlar da benimle aynı noktaya geldiler.
AB’nin temel prensipleri oluşurken hangi esasların gözetildiğini bilmiyor değilim. Bunun bizim temel değerlerimizle ne kadar bağdaşıp bağdaşmadığının da farkındayım.
Avrupa Birliği Uyum Komisyonunun bir toplantısında Avrupalı bir milletvekili ben özgürlükler adına Birliğin prensiplerinin bizim inandığımız değerlerle çelişmediğini söylediğimde şunu dedi: “Birliğin sadece özgürlüklere ilişkin değerleri değil teknik bir alandaki değerleri bile Avrupa’nın köklerine dayanır.” Bunların farkında olup olmadığımı anlamak istiyordu, uzun bir sohbete daldık. Ona şunu dedim: “Türkiye’nin doğruyu bulması için önce herkesin fikrini özgürce ifade edebileceği bir iklime ihtiyaç var. Bu iklim tesis edildikten sonra Türkiye doğru yolu bulur. Şimdilik bu iklimi bize AB’den başka bir oluşumun sağlaması imkansız.” Beni anlar gibi yaptı ama sonra ne düşündü bu Avrupalı milletvekili, bilemem.
Bugünlerde AB ile ilişkilerimiz bir hayli sıcak. Bunda mülteci sorununun etkisini bilmeyen yok. Önemli olan sorunları fırsatlara dönüştürebilmek. Pragmatizm ya da fırsatçılık değil kastım elbette. Üç kuruş fazla para almak hiç değil…
Dönüp biraz tarihe bakarsak göçlerin her zaman bir bereketi de beraberinde getirdiğini fark ederiz. Örnekleri çok. Türklerin Anadolu’ya göçü başlı başına bir örnek. Avrupa içi göçler binlerce yıl önce gerçekleşmiş. Hz. Peygamberin hicreti tarihin akışını değiştirmiş. Müslümanların İspanya’ya göçü muhteşem bir medeniyetin de doğmasına yol açacak kadar bereketli olmuş. Avrupalıların Amerika göçü de zikredilmeyi hak ediyor elbette. Rumeli’ye giden ve gelen cedlerimizi de sayalım. Bizden Avrupa’ya giden işçilerimiz için de “işçi göçü” tabirini kullanalım mı?
Bu göçlerin çok azı gönüllü göç sınıfına girer. Çoğu mücbir bir sebebe dayanıyordu. Siyasi anlaşmazlıklar ve yol açtığı savaşlar bunların başında geliyordu.
Şimdi Türkiye’ye Suriye’den göç var. İlk bakışta ülkemiz için büyük bir sorun olarak gözüküyor. Türkiye önceliği insani duygulara vererek bu mültecileri barındırmak için elinden geleni yapıyor. Göçmenlerin sorunu sadece yemek içmek ve barınmak değil elbette. Bütün sorunlarıyla Türkiye’de bu göçmenler. Akla gelmez sorunlarla boğuşan mülteci kampı yöneticilerinden birisiyle konuşma fırsatı bulursanız benim şaşkınlığımı sizin de yaşamanız kaçınılmazdır.
Bütün bunlara rağmen bu göç işinin bir takım fırsatlar da yaratabileceğini umuyorum ben. Bunlardan biri yukarda da sözünü ettiğimiz gibi AB ile ilişkilerin yeniden tomurcuklanması. Tam da şu bahara giden günlerde etrafımızdaki bütün ağaçların tomurcukları rengarenk çiçeklere dönüşürken böyle bir umuda kapılmak hakkım değil mi?
Fırsat dediğim beş müzakere faslının açılma ihtimalinin belirmesidir. Bunun ne kadar önemli olduğunu bugünlerde yaşadığımız Anayasa Mahkemesi tartışmalarından çıkarmak mümkündür.
Türkiye’nin her alanda büyüyüp gelişmesi için, özgürlükler, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi kavramların tartışıldığı bir ülke olmaktan çıkması gerekiyor. İşsizliği azaltmak, yıllık en az %5’lik bir büyüme sağlamak, tasarrufları arttırmak, iç barışı behemehâl sağlamak ve büyüme için gerekli sermayeyi temin etmek varken niye artık geride bırakmamız gereken bazı temel kavramları tartışıyor olalım ki… Anayasa değişikliği mi? Maalesef bu tartışma makul bir zeminde cereyan etmiyor. Dövüşerek anayasa değiştirmek bir hayli zor. Tartışmaları dövüş havasından çıkarmadan makul bir sonuç elde etmek zor gibi duruyor…
Bu anlamsız tartışmalardan kurtulmanın yolu AB ile müzakereleri hızlandırmaktan geçiyor. Benim ‘sorunları fırsatlara dönüştürelim’ dediğim yer işte tam da burasıdır. Başbakan Davutoğlu’nun AB liderlerine sunduğu teklifler içinde beş fasılda müzakerelere başlama önerisi de vardı. Bunlardan bilhassa ‘yargı ve temel haklar’ başlıklı 23’üncü fasıl ile ‘adalet, özgürlük ve güvenlik’ başlıklı 24’üncü fasıl büyük önem arz ediyor.
Vize serbestisi de bir başka fırsat olarak çıkıyor karşımıza. 4 Mart 2016’da açıklanan Türkiye’nin Vize Serbestliği Yol Haritası İkinci İlerleme Raporunda medyada yer aldığı gibi 72 kriter yok yerine getirmemiz gereken, 46 kriter var. Çoğu kolayca karşılanabilecek hususlar bunların. Detaylı bilgi İktisadi Kalkınma Vakfı’nın internet sitesinde duruyor. Yine de bu işi ciddiye almak şart. Zira AB, isterse bu 46 şart yerine gelmedi diye diretebilir.
Mülteciler üzerinden yapılan pazarlıklar, AB ülkelerinin “bize gelmesinler de, her şartınızı kabule hazırız” havasında cereyan ediyor. İşte bu da AB’nin teorik ve pratik insana saygı anlayışındaki farkın bir tezahürü. Onun için demiyor muyduk, biz AB’nin kâğıt üzerinde yazan prensiplerini kabul edebiliriz diye. Çünkü o prensiplere hiç sadık kalmayan bir AB var karşımızda…
Kamyon arkası yazılar ilginizi çeker mi? “Bizi AB’ye mahkûm eden kader utansın…”