Uzak geçmişte de yakın geçmişte de zor günlerimiz olmuştur. Büyük millet olmanın verdiği ferasetle bu güçlüklerin üstesinden gelmeyi her seferinde başardık. Elbette büyük kayıplar da verdik. Nedir bu büyük kayıplar? Biraz uzun bu sorunun cevabı. Bu kavramın içini doldurmayı size bırakıyorum.
Bugünkü zorluklarımızın bir kısmı geçmişteki kayıplarımızla izah edilebilir mi? Evet. Yüz yıla yakındır ısrarcı olduğumuz ulus devlet inadı bugünkü Kürt sorununun ana sebebi değil mi? Üstünde durulması gereken önemli bir nokta yanlışlığın ancak son on beş yirmi yıldır konuşulur olmasıdır.
Buradan çıkış için birçok yol öneriliyor. Kimileri Avrupa Birliği ya da benzeri bir oluşum ihtiyacından bahsediyor.
Avrupa, yaşadığı bizdekine benzer sorunları bir ortak akıl etrafında toplanarak çözdü. AB böyle bir anlayışın sonucu. Önce ekonomik menfaatleri gözetiyordu daha çok. Sonraları hayatın bütün şubelerini kucaklayacak bir prensipler manzumesi etrafında bir araya gelmeyi başardı. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları kavramına vurgu yaptı. Birinci ve ikinci dünya harbine yol açan badireleri bu şekilde yok etmeye gayret etti. Başarılı oldu mu? Büyük ölçüde evet. Bugün sıkıntıları yok mu? Var elbette. Fakat bir İslam Dünyasının dağınıklığına, karmaşasına ve perişanlığına bakın, bir de Avrupa coğrafyasının sükûnetine. El-Cezire’nin bir haberi bu dağınıklığın son örneği olsa gerek: “Fas, ülkesindeki Arap Birliği zirvesinin önce ertelenmesini istedi sonra da ev sahipliği yapmayacağını açıkladı. Rabat yönetimi, gerekçesinde Arap Birliği’ni bir birlik olmamakla, buna rağmen birlik gibi davranmakla ve somut bir adım atmamakla suçladı.” Avrupa’nın nisbi barış ortamını temin ederken kullandığı yol ve yöntemlerin eleştiri konusu yapılacak yönleri yok mu? Var. Ama bu ayrı bir konu. Benim vurgu yapmak istediğim husus ortak aklın hayat bulmasıdır.
Şimdi gelelim hepimizi üzen şiddet ortamına. Bu yazının başlığı biraz da bugünlerdeki olaylara işaret ediyor. Önemli bir soru duruyor ortada: Nereye gidiyoruz? Başbakan Davutoğlu’nun sık sık tekrarladığı “kamu otoritesini sağlayacağız” ifadesine teorik olarak itiraz zor belki. Fakat bu yöntemlerle kamu otoritesini sağlamak mümkün olacak mı? Diyelim ki oldu. Peki sonra? Sonrası için bir öngörü var mı acaba? Yoksa “hele bir kamu otoritesini temin edelim, sonra bakarız” anlayışı mı hâkim? Doğrusunu isterseniz benim anlamakta güçlük çektiğim bir nokta bu. Sonrasını planlamadan, bunu kamuoyu ile paylaşmadan, ortamı hazırlamadan Kürt sorununu nasıl yola koyacağız? Biz kamu otoritesini sağlayalım derken şiddetin yayılma emareleri göstermesi kaygı verici değil mi? Şimdiye kadar birlikte yaşama iradesinin kaybolmadığını söylüyorduk. Bu iradenin zaafa uğratıldığını görmemek mümkün mü?
“Zor Günler” ifadesi sadece yukarda değindiğimiz soruna işaret etmekle kalmıyor. Suriye meselesi etrafında yaşananlar da var. Rus uçağını düşürmenin bir bedeli olacağı açıktı. Şimdi Suriye meselesinin konuşulacağı masada yer almak bile zor hale geliyor. Abdullah Gül’ün işaret ettiği bir nokta var: “Rusya ile ilişkiler çok nazik bir zeminde yürütülmezse umulmadık gailelerle karşılaşmak kaçınılmaz olur. Rusya ile ilişkiler Amerika ve Çin gibi uzak ülkelerle ilişkiye benzemez. Onlarla bugün olmazsa yarın bir konuşma vasatı bulursunuz. Rusya komşumuz sayılır ve ipler koptu mu hangi birini bağlayacağınızı tayin etmek zor olur.” Unutmayalım, Rusya hem Suriye’de hem Ermenistan’da askeri kapasitesini artırmakla meşgul. Maalesef Suriye’de Türkiye’nin öngördüğü hedeflere varmak her gün biraz daha zorlaşıyor. Birkaç ay öncesinin Suriye haritası ile bugünlerin Suriye haritasını karşılaştırırsanız durumu net bir şekilde görürsünüz. Rejim muhaliflerinin hâkimiyet kurduğu alanın gittikçe küçüldüğünü, PYD’nin ya da daha kestirme bir ifade ile PKK’nın hâkimiyet kurduğu alanın gittikçe genişlediğini fark edersiniz. Peki, bu durumda biz Suriye’de olup biteni daha iyi görmek için yeni bir büyütece mi muhtacız acaba?
Bugünlerde birlik ve beraberliğe her zamandan daha çok ihtiyacımız var mı? Cevabınız evet ise bunun bir şartı var: Birlik ve beraberlik talep ettiğiniz çevrelere de kulak vermek gerekiyor. Konuşanların sesini kesmekle birlik ve beraberliği sağlamak mümkün değil. “Ben ne dersem o…” tavrıyla birlik beraberlik temin edilemez.
Hükümetimizin bu sorunlara ilişkin daha gerçekçi ve uygulanabilir hedefler belirlemesi gerekiyor.
“Zor günler” ifadesi keşke burada ele aldığımız iki konu ile sınırlı olsaydı…