Kadim medeniyetimizin en önemli özelliklerinden biri yüksek organizasyon kabiliyeti idi. İsterseniz buna teşkilatlanma, müesseseleşme ya da kurumsallaşma da diyebilirsiniz. Her medeniyet kendi orijinal müesseseleriyle vardır.
İslamiyet’in doğuşundan kısa bir zaman sonra ne kadar büyük bir coğrafyaya hükmettiğini bilirsiniz. Ama şunu unutmayalım, bu hükümranlık kuru kuruya hükmetmenin çok ötesindeydi, gayesi tebliğ idi. İnsanları iyiye ve doğruya davet idi. Bu başarının ne kadar düzenli bir organizasyon gerektirdiğini anlatmaya gerek var mı? O günün şartları içerisinde orduların sevki, konaklaması, yiyecek ve içeceğinin temini, yolların yapılması ve emniyetinin sağlanması gibi daha bir sürü hususun yerine getirilmesi icap ediyordu.
Selçuklular ve Osmanlılar zamanında İslam coğrafyası daha da genişledi. Osmanlılar sefere çıkarken Şeyhülislamdan alınan fetvanın temelini “î’lâ-yı kelimetullah” dediğimiz Allah’ın adını yayma gayesi oluştururdu. Eğer bir seferin amacı buna uygun değilse sefer izni çıkmazdı. Osmanlıların bu konuya ne kadar önem verdiklerini anlamak için en iyi yayınlardan biri Ziya Nur Aksun’un Ötüken Yayınlarından çıkan 6 ciltlik Osmanlı Tarihi adlı eseridir.
Kurumsallaşma dediğiniz zaman iş sadece orduya taalluk edenlerle bitmiyor. Bunun eğitim, ilim, kültür, vergi, yönetim ve benzeri kurumlarını da ele almanız gerekir. Bir de iyi anlaşılması gereken kavramlar vardır. “Î’lâ-yı kelimetullah” bunlardan biridir.
Biz aşkımızı kaybeder gibi olurken yükselen Batı medeniyetinin de en önemli özelliği yine organizasyon ve kurumsallaşma olmuştur. Bugün bizdeki bütün kurumlar Batı medeniyetine aittir. Hukuk, eğitim, yönetim ve benzeri bütün kurumlarımız böyle değil mi? Bunlara ait kavramları bile orijinal haliyle kullanmakta sıkıntılar ortaya çıkıyor. Hukuka ait olanlar küçük bir örnek.
Şimdilik bu yazının kapsamını o kadar geniş tutma imkânımız yok. Sözü getirmek istediğim nokta geçen hafta İstanbul’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bünyesinde yürütülen faaliyetlerdir.
Hiçbir faaliyeti küçümseme hakkımız yoktur, ama yetersiz bulma hakkımız vardır. İİT da çok iyi faaliyetler yapıyor. Fakat günümüz İslam Dünyasının baş meselesi İslam’ın algısında yaşadığımız sorunlardır. Tebliği birbirimize yapmanın anlamı yoktur. Bugün dünyada Müslümana bakışta bir sorun yok mu? Neredeyse terörle beraber anılmıyor muyuz? Fakir ülkeleri sayalım desek ilk sıralarda hangileri geliyor? Doğal kaynaklar bakımından zengin Müslüman ülkelerde hemen hiçbir üretim faaliyetinin olmayışı gelecekte sorunlar çıkarmayacak mı?
Bunların sorumluluğunu İslam düşmanlarına atarak varacağımız bir yer yoktur. İslam dünyası ortaya iyi örnekler koymadıkça bu algıyı tersine döndürme imkânı da yoktur. Yani tebliğ bir görevse iyiyi göstermeden kötüyü yererek bir yere varamayız. İyiyi göstermenin belki ilk şartı iyi insan yetiştirmek olabilir ama onu da müesseseleşmeden temin etmek zordur.
Bugünlerde Avrupa Parlamentosunun Türkiye için hazırladığı 2015 İlerleme Raporunu tartışıyoruz. Raporun Ermeni tezlerine atıfta bulunarak Türkiye’yi hesaba çeker bir havaya girmesi anlaşılır gibi değil. Diğer konulardaki eleştirileri ise Türkiye’nin nasıl bir terör belası ile uğraştığını göz ardı eden bir üslupla kaleme alınmış. Bu konularda AB’nin Türkiye’ye yardımcı olması gerekiyor. Reformlar için bir bahane olarak söylemiyorum ama AB ülkelerinin hiçbirinde Türkiye’dekine benzer bir terör meselesi olmadığı için Rapora yansıyan konularda karşılıklı bir anlayış birliği gelişmiyor.
Aslında bu rapor işini şimdi gündeme getirmemdeki sebep farklı. Avrupa Birliği, hayatın her alanın düzenleyen kurallara sahip. Mevzuatı içinde vergi de var, temizlik de, hak hukuk da, yönetim esasları da… Kısacası bir insanın, bir topluluğun, bir devletin yüz yüze kalabileceği her türlü meseleye ilişkin kurallar manzumesi var. Benim Batının organizasyon gücü dediğim nokta burası işte. AB, böyle bir organizasyon.
Peki, İİT, böyle bir oluşumu İslam ülkeleri arasında kurmak için öncü olabilir mi? Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun İstanbul toplantısındaki konuşmaları İslam Dünyasının karşı karşıya olduğu sorunlara dikkat çekiyor. Fakat bu teşkilatın mevcut yapısıyla ve anlayışıyla bu sorunların üstesinden gelmesi zor.
İİT, dişe dokunur bir iş yapmak istiyorsa önce belirli alanlarda Kur’an’dan yola çıkarak standartlar tespit etmeli ve bütün ülkelerin buna uyup uymadıklarını denetleyen ve müeyyideler uygulayabilen bir mekanizma oluşturmak yolunda adımlar atmalıdır. Standartların nasıl tespit edileceği de ayrı bir konu elbette. Fakat bizim yerimiz detaya girmeye müsait değil. Yeter ki bu iş için niyet edilsin ve çalışılmaya başlansın, gerisi gelir.
Organizasyon deyince benim aklıma Nasrettin Hoca’nın “un, şeker, yağ var, helvayı kim karacak?” sözü geliyor.