Bundan birkaç hafta önceki “Denetlenmek güzeldir” başlıklı yazıyı hatırlamadan edemiyorum. O yazıda siyasi, hukuki ve ahlaki denetimden söz etmiştik. Bir denetleme unsuru olarak namaz ve ibadetleri de ele almıştık.
Kürt sorununda çözüm sürecini denetleyen bir mekanizma olsaydı bu kadar şehit vermeden daha iyi bir noktada olabilir miydik acaba? Hükümetimizin böyle bir denetim mekanizmasının şartlarını tespit edip herkes buna uyacak deme hakkı vardı. Böyle bir mekanizma çalışmadığı için hendekler, barikatlar, patlayıcılar, tuzaklar, yığınaklar aldı başını gitti. Şimdi bunların sorumlularını arıyoruz.
Ensar Vakfı’nın başına gelenler elbette hepimizi üzdü. Benim de çok yakından tanıdığım fedakâr insanlar topluluğudur Ensar Vakfı. Karaman’daki küçük çocuklara tecavüz olayı sanki bir denetim zafiyetine işaret ediyor. Bu olaya istisna diye bakmak gelmiyor içimden. Bir değil iki değil, bir sürü çocuk böyle bir muameleye maruz kalıyorsa bir yerlerde aksayan bir şey var demektir. Ensar Vakfı bu tür olayları da önleyecek sistematik bir denetim mekanizmasını hayata geçirmek zorundadır.
Bu olay dolayısıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu’nun maruz kaldığı muamele kabul edilemez. Hassasiyetini yakından bildiğim Sema Hanım’a düşen, bir takım denetim mekanizmalarını hayata geçirmek olmalıdır.
Kırıkkale Silah Fabrikası Müdürünün Piyade Tüfeği projelerini ve imalat safhasını gösteren planları rüşvet karşılığı satmaya kalkışması da sıradan bir olay değildir sanırım. Bu Müdürün atama aşamaları incelenmeli ve referanslarının kimler olduğu kamuoyuna açıklanmalıdır. Bütün bu aşamaların da denetlenmesi gerektiği açıktır. Eğer bu kadar önemli bir makama rüşvet alabilecek tıynette biri gelebiliyorsa ya bu makama atama yapan(lar)da bir sorun vardır ya da atama prosedüründe bir eksiklik vardır. Benim kanaatim prosedürdeki eksiklikten yanadır.
AB, bir standartlar manzumesi demektir. Bunların içinde denetim mekanizmalarının ne kadar önemli olduğunu söylemeye lüzum bile yok. Sadece ihale yasalarını düşünmek bile ne demek istediğimi anlamaya kâfidir.
Bizde uzun ömürlü şirketler bulunmayışının en önemli sebeplerinden biri de sözleşme eksikliği ve varsa bile bu sözleşmelere uyulup uyulmadığını denetleyecek mekanizmaların yokluğudur. “Aman Efendim, birbirimize yabancı mıyız, sözümüz söz” diyerek kurulan ortaklıkların hiçbirinin ömrü uzun değildir. Aile şirketleri de böyledir. Bir iki nesil içinde aile içi anlaşmazlıklar ortaklıkları yiyip bitirmektedir. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu bu duruma “eltiler savaşı” da derdi.
Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin kısa süre önce “Türkiye’de Yolsuzluk” adıyla yaptığı kamuoyu araştırması herkesin üstünde derin düşüncelere dalması gereken noktalara dikkat çekiyor. Bu araştırmaya göre Türkiye’de nüfusun %55’i yolsuzluğun son iki yılda arttığını düşünüyor. Bu orana yolsuzluk derecesinin aynı kaldığını düşünen %13’lük dilim de eklendiğinde, ülkede yolsuzluğun azalmadığını düşünen %67’lik bir çoğunluk olduğu ortaya çıkıyor.
Yolsuzluğun yaygınlaşmasının nedenleri sorulduğunda, “yolsuzluğu denetleyen ve önleyen kurumların yetersizliği” (%55) ve “yolsuzluğun kabul görmesi” (%50) gibi etkenlerin ilk sıralarda sayılması çarpıcı değil mi? Doğrusu yolsuzluğun kabul görmesi bu değerlere gerçekten çıktıysa “ört ki öleyim” demenin zamanıdır. Ben bunu biraz şüpheyle karşılamadım değil.
Yolsuzluğun en yoğun olduğu düşünülen kurumlar arasında medya, siyasi partiler ve yerel yönetimler başta geliyor.
Görüldüğü gibi denetim mekanizmasının yokluğu ya da sistematik çalışmaması önemli bir parametre olarak duruyor. Siyasi etik kanun teklifini Meclise gönderdiklerini söyleyen Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun da yolsuzluklar konusunda kaygıları olduğu anlaşılıyor.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, İstanbul’da “Medeniyetimizin Mimarı Mimar Sinan’ı Anlamak”programında şöyle demiş: “Belediyelere, bütün yerel yönetimlere ve başta Çevre ve Şehircilik Bakanımız olmak üzere bütün bakanlarımıza açık ve net bir talimatımız var, bundan sonra bu şehre hançer gibi saplanan hiçbir eser yapılmayacak.”
Ne kadar güzel… Ama unutmayalım ki göğe doğru şehadet parmağı bildiğimiz minareleri perdeleyen gökdelenler ve ona imkân veren şehir planları bizim eserimiz. Bu hançerleri hiç değilse bundan sonra görmemek için sıkı bir denetim mekanizması gerekmez mi?
14 yıldır Türkiye’yi yönetiyor Ak Parti. Yaptığı hizmetler saymakla bitmez. Bana göre bunlardan daha önemli bir şey yaptı Ak Parti. İnsanımızın kendine güven duymasını sağladı. Özgüvenini tesis etti.
Dünyada Müslüman algısını değiştirmenin eşiğine gelmiştik. Şu anda bu algı iyi değil. Yolsuzluk, otoriter yönetimler, hukuken belirsizlik, insan hakları konusunda özensizlik, demokrasi iştahsızlığı, geri kalmışlık… Kürt sorunu, bölgesel gelişmeler ve başka faktörler, Türkiye’nin, önündeki bu imkânı kullanmasını engelledi.
Bir konuda daha çok şey yapması gerekiyor Türkiye’nin. Medeniyetler orijinal kurumlarıyla var olurlar. Eğer yeni bir medeniyet iddiasında isek bunun kurumlarıyla ilgili hiç değilse teorik çalışmalara ihtiyaç var. Yok, eğer “muasır medeniyetler” seviyesine ulaşmak ve onu geçmekse murat, o zaman da Avrupa Birliğine daha çok ihtiyaç var.
Yeni bir medeniyet ve kurumlarıyla ilgili Kur’an’dan yola çıkarak önemli çalışmalar yapan benim bildiğim kadarıyla sadece “Akevler Akdeniz Bilimsel Araştırma Merkezi” var.
Bu Merkezden ve çalışmalarından bir başka yazıda söz edelim…