Dünyada ilginç gelişmeler oluyor. Dış dünyaya kapılarını açık tutan ülkelerin bu tür olayları iyi değerlendirmesi gerekiyor. Öyle şeylere şahit oluyoruz ki bir kaç yıl önce bunların vuku bulacağını söyleseler ‘hadi canım sen de’ der çıkardık.
Londra Belediye Başkanlığına bir Müslümanın seçilmesi, üzerinde uzun uzun durulması gereken bir hadise. Bunu bir İngiliz oyunu diye niteleyen kolaycılar var. Onlara kulak vermeye değmez.
Bu fevkalade önemli seçimin iki tarafı var. Belediye Başkanlığına seçilen Sadık Han İngiliz seçmenine nasıl bir güven vermiş olmalı ki İşçi Partisinin adayı olup Başkanlığı kazanıyor. Şunu hatırlatalım. Sadık Han, İslamiyet’in gereklerini yerine getiren ve bunu gizlemeyen bir Pakistanlı. Yani namazını kılıyor ve orucunu tutuyor. Önce İşçi Partisi içinde yükseliyor ve milletvekili oluyor. Sonra da o kadar aday içinde Partinin adayı olmayı başarıyor. Şu sıralar Amerika Başkanlığı için Parti içi mücadelenin ne kadar keskin cereyan ettiğini hatırlayarak Sadık Han’ın yaptığı işin cesametini kestirebiliriz. Muhafazakârların seçim kampanyası her fırsatta, eski bir insan hakları avukatı olan Sadik Han’ın “radikal görüşlü Müslümanlar” ile aynı platformları paylaştığı, güçlü bir makama gelmesinin tehlikeli olduğu temaları üzerinden yürütüldü.
Gelelim işin İngiliz seçmenleri açısından arz ettiği hale. Seçimden kısa bir süre önce yapılan bir kamuoyu yoklaması Londralıların yüzde 55’inin belediye başkanının Müslüman olmasını sorun olarak görmediğini ortaya koymuş. Bunu nasıl yorumlamalı dersiniz. Sadık Han’ın bütün seçmenlerle yüz yüze görüşmüş ve onları ikna etmiş olması beklenemez. Nasıl bir seçim propagandası yürüttüğünü bilmiyoruz ama asıl faktör İngiliz seçmeninin olgunluğu olsa gerek. Demokratik toplum böyle bir şey herhalde. Partiye güven de önemli sanırım. Bir de imparatorluktan gelmenin verdiği kendine güven duygusu var galiba…
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım, bırakın İstanbul’da, İstanbul’un bir ilçesinde bile Müslüman olmayan bir belediye başkanı görme ihtimalimiz var mı? Bizdeki ırkçı eğitim sistemi düşman yaratmak için planlanmış. Tek Parti döneminin eğitim sistemi neredeyse aynen devam ediyor. Bu konu çok can yakıcı…
Ben kısa süre önce burada çıkan “İyi örnekler nerede?” başlıklı yazıda İslam dünyasının ortaya iyi örnekler koyamamasından söz etmiştim. Sistem anlamında değil ama kişisel olarak Sadık Han belki bu yaraya bir parça merhem olur.
Avusturya halkı Cumhurbaşkanı seçmek için sandığa gitti. Kimilerinin aşırı sağcılık dediği ırkçılık belası burada da kendini gösterdi. Böyle bir aday neredeyse seçimi kazanıyordu. Kıl payı farkla Yeşillerin desteklediği bağımsız aday Van der Bellen yarışı önde bitirdi. Mülteci sorununa Avrupalıların yaklaşımı zaman zaman endişe verici boyutlara ulaşıyor. Yarışı kaybeden Norbert Hofer islamofobi ile de malul.
Bu önemli hadiseyi SETA Vakfı 2 Haziran’da İstanbul’da bir toplantıda ele alıyor. Toplantı duyurusundaki not şöyle: “Her iki Avusturyalı seçmenden birinin aşırı sağcı bir adaya oy verdiği Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Almanya, Fransa ve İngiltere gibi Avrupa’nın büyük devletleri başta olmak üzere tüm kıtayı etkileyerek mevcut olan yabancı düşmanlığını ve İslamofobik şiddeti körükleyeceği çok sayıda analist tarafından paylaşılıyordu. Soğuk Savaş’ın ardından belki de kıtanın en büyük krizi haline dönüşecek olan aşırı sağın Avrupa’da norm haline gelmesi olgusu SETA Vakfı’nın ev sahipliğinde düzenlenecek olan bir panelde masaya yatırılacak.”
Bu seçimlerle ilgili Deutsche Welle’deki yorumunda Bernd Riegert bakın ne diyor: “Seçmenlerin önemli bölümü Yeşillerin adayı Van der Bellen’i mükemmel bir politikacı olduğu için değil, sağ popülist adayı önlemek için seçti. Seçim aynı zamanda, Avrupa Birliği’nden soğuyanların, İslam karşıtlarının ve ülkeye göçmen gelmesini istemeyenlerin Avusturya’nın milli muhafazakâr kanadındaki ağırlığının ne kadar arttığını da gözler önüne serdi.”
Şu günlerde Avrupa Birliği ile Mülteciler Anlaşmasına dair tartışmalar gündemde. Avusturya seçimleri Batılıların davranış kalıpları hakkında fikir sahibi olmak isteyenler için iyi bir kapı aralıyor.
Bir önceki Cumhurbaşkanı Heinz Fischer daha makul davranışlar sergileyen bir siyasetçi portresi çiziyordu. 2012’deki Türkiye ziyareti işbirliği açısından verimliydi. İzmir’i de ziyaret eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün misafiri Heinz Fischer ile bir de hatıra fotoğrafımız vardı.
Dikkatle izlenmesi gereken Amerika Başkanlık seçimi kampanyası gittikçe daha ilginç hale geliyor. Şimdiye kadar Clinton’u birkaç puan geriden takip eden Cumhuriyetçilerin adayı Trump şu sıralar yarışta 46’ya 44 önde gözüküyor. Amerika’ya Müslümanları sokmayalım diyen Trump Londra Belediye Başkanlığını Sadık Han’ın kazanmasına ne dedi acaba? İngiliz toplumuyla Amerikan toplumu arasındaki bu zıtlık nasıl izah edilebilir sizce?
Amerika’daki seçim kampanyaları bizdekine benzemiyor. Önceki yazıda söylediğim gibi ben bir hafta önce Washington’daydım. Beyaz Saray çevresini de dolaştım. Seçime dair bir alamet görmedim. Aksine Beyaz Saray’ın önünde çocukları sünnet ettirmeyin kampanyasına şahit oldum.
Bir önemli konu daha var: Tunus’ta olup bitenler. İki defa Tunus seçimlerini izlemiş ve Nahda Hareketinin başkanı Gannuşi ile Nahda’nın stratejisi ve geleceği üzerine sohbet etmiş birisi olarak bu konuda söyleyeceklerim var. Haftaya inşaallah diyelim.