Ramazan ayının hâsıl ettiği uhrevî havayı zedeleyecek tavırlardan kaçınmak gerekir diye düşünüyorum. Bu sütunlarda ele aldığımız konular ister istemez, ara sıra da olsa en azından sitemkâr ifadelere sahip oluyor. Madem orucun verdiği sükûnet halini seviyoruz o halde bugün kendimizi çekişme yaratacak konulardan uzak tutmaya gayret edelim.
Televizyonlardaki iftar ve sahur programlarını izliyor musunuz? Doğrusu ben o saatlerde varsa Kur’an ya da tasavvuf musikisi dışındaki hemen her şeye kulaklarımı tıkıyorum. Bunun bir sebebi şu: Bizdeki devlet anlayışı vatandaşı eğitmeye, adam etmeye pek meraklıdır. O yüzden de bakanlığın adındaki o güzelim ‘maarif’ kelimesini terk edip çok daha dar kapsamlı ‘eğitim’ kelimesine yer vermişiz. Üniversiteler bile hala kendilerini eğitimle görevli zannediyorlar. Eğitim ile öğretim arasındaki farkı kavrayacak bir anlayışa ne kadar uzağız. İşte iftar ve sahur programlarında da bu eğitme, adam etme havası sezdiğim için bana kekremsi gelen bir taraf var. Sohbet kolay iş değil. Yine de kelimenin hakkını vererek ve manasına sadık kalarak izlenebilecek sohbet programları yok değil. Ama bunların nadirattan olduğunu söylemek zorundayım.
Rahmetli Üstadın “kaba tebliğ, ince telkin” diye bir tarifi vardı. Bugünlerde bu sözü çok sık hatırlıyorum.
İftar ya da sahur programı değil ama benim bildiğim güzel bir sohbet programı var TRT Haber’de. Her cumartesi gecesi “Gelenekten Geleceğe” adıyla yayınlanan bu program beni ekran karşısında sabitliyor. Celaleddin Çelik’in sunduğu program Savaş Şafak Barkçin’le medeniyetimizin dününü, bugününü ve yarınını ele alıyor. Her ikisi de aynı zamanda musikişinas olan Savaş ve Celaleddin Beyler geçmişi irdelerken geleceğin nasıl şekillenmesi gerektiğine dair ipuçları veriyorlar. Geçtiğimiz cumartesi Celaleddin Beyin tanburla geçtiği eserde olduğu gibi öz musikimizden örnekleri de zevkle dinliyorsunuz. Öz musiki deyince Yahya Kemal’i ve büyük bestekâr Itri’yi zikretmeden olmaz: “Büyük Itrî’ye eskiler derler,/ Bizim öz mûsikîmizin piri;/ O kadar halkı sevkedip yer yer,/ O şafak vaktinin cihangiri,/ Nice bayramların sabah erken,/ Göğü, top sesleriyle gürlerken,/ Söylemiş saltanatlı Tekbîr’i./ …”
Söz Savaş Şafak Barkçin’den açılmışken uzun zamandır ele almaya fırsat bulamadığım bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Savaş Şafak Barkçin’in bir biyografi çalışması. “Ahmet Avni Konuk–Görünmeyen Umman”, Klasik Yayınlarından çıkmış 500 sayfalık bir kitap. Kitaptan bazı nakiller yapacağım ama önce arka kapaktaki takdimden birkaç satır: “Görünmeyen bir ummandır Ahmet Avni Konuk. Adını, eserlerini ve kişiliğini çok az kişi bilir./ Hafızdır, şairdir, büyük bir müzik adamı ve büyük bir tasavvuf üstadıdır. Mevlevîdir ve en kapsamlı Mesnevî şerhinin yazarıdır”
Ben tasavvuf musikisi ile 1970’lerin başında Milliyetçiler Derneği’nde tanıştım. Rahmetli Rıfat Besceli ile gittiğimiz o vakitler Atik Ali Paşa Medresesindeki Dernek iftarları sonrasında Saadettin Ökten ve Mustafa Uzun gibi bu işe gönül vermişlerle yürütülen sohbetlerin tadına doyum olmazdı. Zikirli ilahileri de ilk defa orada dinledim. Ömer Erdoğdular’ın neyinden çıkan nağmeler ruhumun derinliklerinde yankılandı. Daha sonra da dinleyici olarak bu alakam devam etti. O günlerdeki “vatan kurtarma aşkımız” bu alakayı daha ileri götürmeme maniydi. Zekai Dede’nin bestelediği ilahilerin o günkü yankıları hala kulağımdadır.
İşte Ahmet Avni Konuk, Zekai Dede’nin yolunu tutmuş ve ondan meşk etmiş bir büyük dehadır. Savaş Şafak Barkçin’in onu anlattığı hacimli çalışması biraz da bizim bu konulara bakış açımızı yansıttığı için önemlidir. Musikiye bakış açısını ifade eden şu satırlar bu kitaptan: “… musiki meşki, sadece eser geçmeyi ve makam ve usûl öğrenmeyi değil, üstün ve aşkın bir ahlakı ve düşünceyi tasavvufi bir derinlikle elde etmeyi de içerir.”s.188
Bir başka önemli vurgu şöyle dile getiriliyor: “Dinî-lâdinî musiki ayırımı, seküler bir ayrımdır. Geleneğimizde mevcut olmayan, medeniyetimizin değil, Rönesans sonrası Batı medeniyetinin ürünü olan bir ayırımdır.” s.193.
Savaş Şafak Barkçin, Ahmet Avni Konuk’un tasavvuf anlayışını da şöyle ifade ediyor: “Tasavvufî neş’eyi ve coşkuyu Allah’ın ahkâmı ve Resulü’nün sünneti dışında anlamamış, aksine her hakikati ve her içsel sezişi ve bilgiyi bu iki yüce kaynağa bağlanarak elde etmiş ve dile getirmiştir.” s.251.
Büyük eseri Fihrist-i makamat, Tevfik Fikret’le çekişmesi,, şiirleri ve bestelediği üç Mevlevî âyini hakkında pek çok şey bu kitapta.
Zekai Dede’nin bizim musiki ve tasavvuf tarihimizde çok önemli bir yeri var. Onun ilahilerinidinlemek bu ramazan ayında tefekküre kapı açar diye umuyorum.
Bugün Zekai Dede’yi kendisine rehber edinmiş biri daha var. Neyzen Ali Sarıgül. Savaş Şafak Bey de onun meşk halkasında.
Hem Zekai Dede’yi hem Ali Sarıgül’ü dinleyin bu oruç ayında ve biraz kendinizden geçin. Bugünlerde çok ihtiyaç var. Cumartesi akşamlarını kaçırmayın.
Biz oruç tutalım ama orucun da bizi tutmasına yol verelim…