Geçen haftadan sözümüz var. Asıl konumuz Raşid Gannuşi’nin Nahda Hareketinin Kongresinde yaptığı konuşma etrafında şekillenecek. Ama önce bir iki nota ihtiyacımız var.
Arap Baharı İslam Âlemi için bir diriliş hikâyesi olur muydu? Baharın ilk günlerinde böyle bir ümide kapılmak için sebepler yok değildi. En azından görünürde böyleydi. İşin arka planını, böyle bir diriliş için entelektüel birikimin olup olmadığını düşünecek durumda değildik. Birikim deyince Şükrü Hanioğlu’nun “Siyaset ve sığ entelektüel zemin” başlıklı yazısının şu sıralar ne kadar yerinde bir vurgu olduğunu söylemeden geçemedim.
Avrupa Konseyinde görev yaparken Tunus ve Fas’a seçim gözlemcisi gidecek denilince gözümü dört açtım ve kendimi o listeye dâhil ettirdim. O zamanki gözlemlerimi 2011 sonbaharında “Arap Baharı ve Tunus” ve “Arap Baharı ve Fas” başlıklı iki yazıda anlattım.
Tunus’un 2014 yılındaki seçimlerini izlemek için de yine imkânları zorladım. Avrupa Konseyinde Türk Heyetinin yedek üyesi olarak Konseyde tanıdığım bürokratların yardımıyla seçim gözlemcisi oldum. Bu seçimlerin bir hayli ilginç geçeceği belliydi. Nahda Hareketinin lideri Raşit Gannuşi ile sohbetimizde ümit ve kaygı aynı ağırlıkta hissediliyordu. Ümitliydi, Tunus’un yeni Anayasası üzerindeki uzlaşma iç çekişmelere son verecek gibi duruyordu. Kaygılıydı, atılan bütün olumlu adımlara rağmen acaba birileri bu uzlaşmayı bozar ve Nahda Hareketinin İslam’a olan bağlılığını da da sebep olarak gösterirler miydi? Bu ümitler ve kaygılar 2014 seçimleri öncesindeki bir yazısındada açıkça hissediliyordu.
2014 seçimlerinde Nahda birinci parti olmasa da uzlaşma bozulmadı. O sıralar görüştüğümüz seçimlerde birinci gelen Nida Tunus Partisinin lideri Sıbsi daha sonra devlet başkanı oldu.
Bütün bu adımların atılmasında Gannuşi’nin ne kadar önemli rolü olduğunu anlatmaya gerek yok. Çok önemli bir başarı daha vardı. Anayasanın hazırlanmasında ve uzlaşmanın devamında Tunus sivil toplumunun çok önemli bir yeri olduğunu unutmamalıyız. Bu gayretler Tunus Ulusal Diyalog Dörtlüsüne 2015 yılı Nobel Barış ödülünü getirdi. Dörtlü şu dört kuruluştan oluşuyor: Tunus İşçi Sendikası; Tunus Sanayi, Ticaret ve El Sanatları Konfederasyonu; Tunus İnsan Hakları Birliği; Tunus Barolar Birliği.
Şimdi gelelim asıl konuya. Yıllardır gizli yapılan, oysa bu sefer Devlet Başkanı Sıbsi’nin de katıldığı Nahda Hareketi’nin kongresinde, bu hareketin yıllardır başkanlığını yapan bilge adam Raşid Gannuşi bundan sonra siyasi faaliyet ile dini faaliyetin birbirinden ayrılmasına karar verdiklerini söyledi. Bu ifadeler, kimilerince siyasal İslam’ın iflası ve laikliğin başarısı diye yorumlandı. Hatırlarsanız bir zamanlar Olivier Roy da bu iddiada bulunmuş ve “Siyasal İslam’ın İflası” başlıklı bir de kitap neşretmişti. Temel sorusu şuydu: Çağdaş siyasal İslam, Müslüman toplumlara bir seçenek sunuyor muydu?
Siyasal İslam diyerek neyi ifade etmeye çalışıyoruz? Eğer kastımız bir yönetim biçimiyse bunun nasıl olacağına ilişkin İslam dünyasının bir tecrübesi de yok, bir hazırlığı da yok, bir kaygısı da yok. Zaten dünyada bu iddiada olanlar içinde başarılı olan da yok. Sadece İslami referanslara sahip bir takım siyasetçiler var. Onlar içinde de iyi ve kötü örnekler sayılamayacak kadar çok.
İslam âlimleri ya da İslami Örgütler arasında İslami bir yönetim biçimini bütün örgütlenmeleriyle beraber ortaya koyan yok desem yeridir. İslam’ın bir takım konulara dair görüşlerini çalışanlar var. İktisadi konulara dair pek çok kitap var mesela elimizde. Başka konularda da var bu tür çalışmalar. Ama İslami bir yönetim biçimi nasıl olur, müesseseleri nelerdir, nasıl belirlenir, seçim -varsa- usulü nedir, başkan, yasama, yürütme, yargı nerede konumlanır, ihtilaflar nasıl çözülür, sermaye birikimi nasıl sağlanır ve buna benzer daha bir sürü konuyu hiç değilse teorik planda derli toplu ortaya koyan bir çalışma biliyor musunuz? Bu hususların yeni bir medeniyet inşası demek olduğunu iddia edeceklere hayır diyecek değilim. Ancak her medeniyetin orijinal müesseselere sahip olduğunu da hatırlayalım derim.
Böyle konuların ele alınabilmesi için bir özgürlük ortamına ihtiyaç var diyorum. Örgütlenme özgürlüğüne ihtiyaç var diyorum. Sözleşme hürriyetine ihtiyaç var diyorum. Raşit Gannuşi’nin de geldiği yer sanırım burası. Şu sözler ona atfen Karar gazetesinde çıktı: “Siyasette kalıcı olmak için davet (dini faaliyetler) ile siyasetin ayrışması gerekiyordu. Böylelikle, siyasette verilecek mücadele hak ve özgürlüklerin önünü açacak, davet için yürütülen faaliyetler engelle karşılaşmayacak.”Burada davetten kasıt sanırım tebliğ ama geniş manasıyla ele alınırsa “İslami bir yönetim” anlayışına kadar uzar. Zaten Gannuşi, “İslam’ın bir siyaset ve hükümet etme biçimi olarak başarısız olduğunu kabul ediyor musunuz” sorusuna şu karşılığı veriyor: “Hayır, hiç de öyle değil. İnsanlar başarısız olur, İslam değil. İslam, eşitliğin, ahlakın, kardeşliğin dinidir. İslam, terörizme ve barbarlığa karşı çıkar.”
Bu noktada Ak Parti’nin özgürlüklerin önünü açmak için gösterdiği canhıraş gayretin şu sıralar akamete uğrar gibi olmasından ya da başka hususların öncelikli hale gelmesinden duyduğumuz kaygının yersiz olmasını temenni etmekten başka elimizden ne gelir?
İslam’a inanmak başka bilmek başka. Benim bilmekten kastettiğim yukarıdaki sorulara cevap anlamındadır. Bu soruların cevabını ancak enstitüler bünyesinde yapılacak çalışmalarla bulabiliriz. Üstelik bu cevaplar tek değildir. İslam’ın çoğulculuk anlayışı da zaten burada devreye girer. Daha önce de bu sütunlarda yazdığım gibi böyle konuları kendisine mesele edinen, teorik ve pratik çalışmalarını yapan Akevler Akdeniz Bilimsel Araştırma Merkezi’ni anmadan geçemeyeceğim.
Mevcut sistemin bir tarafını İslam’a uydurmaya çalışmakla varılacak bir yer yoktur. Bu bizi sonuçta “niye faizler bu kadar yüksek?” gibi bir açmaza götürür. Faiz yasaksa ekonominin faiz olmadan nasıl döndürüleceğini bulmak gerekmez mi? Yüksek faizden şikâyet etmenin bir anlamı olmasa gerek.
İslam ülkelerinin bir kurallar manzumesi ile kendilerini bağlamadan özgürlükleri garanti altına almaları zor görünüyor. Avrupa Birliği hayatın her şubesini kuşatan bir standartlar manzumesi arz etmesi bakımından çok önemli. İslam ülkeleri için niye bir örnek olmasın ki…
Tunus ve Gannuşi konusuyla ilgilenenler için benim tespit edebildiğim bazı yazılar var. Bunları Akif Beki, Mustafa Akyol, Mehmet Ocaktan, Şükrü Hanioğlu ve Ahmet Taşgetiren kaleme almış.
Arap baharının soğuk vurmayan tek meyvesi gibi duruyor Tunus. Kıymetini bilelim.
İslam dünyası ortaya iyi örnekler koymalı demiştik. Şahıs planında Muhammed Ali vardı, Allah rahmet eylesin.
Oruç iklimi kendimizle hesaplaşmak için bir fırsat olsun diyorum.