Ne kâbustu ama… Hani derler ya, verilmiş sadakamız varmış diye… Allah’ın sevdiği bir millet bu… Ne kadar şükretsek az…
Gülen grubunun Türkiye’ye verdiği zararın tarifi imkânsız. 17 Aralık’tan sonra yazdığım ilk yazıda ‘hizmet hezimete gidiyor’ diye yazmıştım. Bu darbe teşebbüsü hezimetin son noktası galiba.
Allah bir güruhu şaşırttı mı iflahları mümkün değil. Gece yarısından sonrası için planladıkları hainliklerini erkene almak zorunda kalmaları Allah’ın bir lütfu değil de nedir? Erkene alma işini de Gülen iddianamesiyle ilgili tutuklamaların cumartesi sabah başlayacağına yoranlar var.
Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Binali Yıldırım’ın hadiseye intikal sürati dikkate değer. Eğer onlar halkın müdahalesini vakitlice sağlamamış olsaydı işin veçhesi bir hayli değişirdi. Anlatılanlara göre İstanbul’daki Birinci Ordu Komutanının televizyonlardaki darbe karşıtı konuşması o sırada Genel Kurmay karargâhında bulunan darbecilerin “kaybediyoruz” havasına girmelerine yol açmış.
Elbette bu darbenin önlenmesinde halkın iradesi birinci derecede rol oynamıştır. Halkın hafızasında darbelerin ne kadar yıkıcı olduğuna dair derin izler vardır. Nasıl Türkiye’nin zor dönemlerindeki seçimlerde halkın iradesi, zorlukları aşma yönünde tecelli ediyorsa burada da aynı şey vaki oluyor.
Halkın yönlendirilmesinde ve darbenin önlenmesinde medyanın rolünü de zikretmek gerekir. Bütün televizyon kanallarının bu işin yanlışlığını vurgulayan yayınlarını nasıl unutabiliriz?
Orduda bir güruhun böyle bir işe kalkışmış olmaları gerçekten üzücü. Sizin aklınıza da Gülencilerle bir başkalarının işbirliği yapmış olma ihtimali geliyor mu? İlk günden beri benim kafamı kurcalayan bir soru bu. Sanırım zamanla böyle bir şey olup olmadığını anlayacağız. Siz gene de bu ihtimali bir yere not edin.
Başta Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar olmak üzere silahlı kuvvetlerde demokrasiye inanmış bir çoğunluk olduğu açık. Genelkurmay Başkanının darbecilere nasıl direndiğine dair alametler çok ama bu işin detayını sanırım zamanla öğreneceğiz. Belli ki Hulusi Akar’ın direnişi darbenin önlenmesindeki en temel faktör olmuş. Eğer Genelkurmay Başkanı darbenin içinde söylentisi yayılsaydı bugün bir Afrika ya da Güney Amerika ülkesi durumundaydık. Oysa bugün canları pahasına demokrasiyi koruma azmindeki bir halkın varlığıyla müftehiriz.
Burada bir noktaya işaret etmekte fayda var. Harp Okullarının müfredatı sil baştan ele alınmalı. Bunun ne kadar önemli bir husus olduğunu anlatmaya gerek var mı, bilmiyorum, ama zaten bu satırlar bu işe müsait değil.
Bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Cumhurbaşkanımızın nasıl bir tehlike atlattığı ortada. Yaverleri ve Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı darbecilerle birlikte hareket ediyor. Genel Kurmay Başkanımızın emir eri ve özel kalem müdürü hakeza… Bir darbe planlanıyor ve belli ki aylardır hazırlık yapılıyor. Böyle bir ihaneti Genel Kurmay istihbaratı atlıyor. MİT atlıyor. Emniyet istihbaratı atlıyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın etrafındakiler atlıyor. Sizin aklınız alıyor mu bu işi?
Darbecilerin nasıl bir vahşete yol açtıklarını yeni yeni ortaya çıkan kayıtlar koyuyor ortaya. Bu kadar acımasız, gözünü kan bürümüş sürü nerde yetişmiş acaba? Cumhurbaşkanımızın kaldığı oteli bombalamak, elliye yakın polisimizi füze ile vurup şehit etmek, hele hele TBMM’ni bombalamak… Bu nasıl bir cinnet halidir, nasıl bir düşmanlıktır…
Bu cinnet hali bir gün önce bir organizasyon işini konuşmak üzere iki saat beraber olduğumuz Erol Olçak ve 16 yaşındaki oğlu Abdullah Tayyip’in şehadetine yol açıyor. Cumhurbaşkanını karşılamak için havaalanına gitmek niyetiyle evden yola çıkarken “kim benimle geliyor” diyen Erol Olçak’a oğlu katılıyor. Boğaz köprüsünde tartıştığı askerlerin laftan anlamayacağını görünce geri dönüyor ve birkaç adım sonra arkasından vuruluyor. Babasının düştüğünü gören Abdullah Tayyip ne oldu derken iki kurşun da ona isabet ediyor. Abdullahcık hemen orada, babası hastanede vefat ediyor. Allah rahmet etsin. Marmara İlahiyat Fakültesi Camiinde baş sağlığı dilediğim ailenin acısı dayanılır gibi değildi. Hele o çocuğun babasına ve abisine yanışı yok mu…
17 Temmuz’da hem Erol Olçak’ı uğurladık, hem Prof. Nevzat Yalçıntaş’ı. Prof. Yalçıntaş’ın kabri başında başta Abdullah Gül olmak üzere pek çok öğrencisi hazırdı. Fatihalarla gönderdik onu. Oğlu Murat Yalçıntaş’a baş sağlığı dileklerimizi ilettik. Prof. Yalçıntaş’ı ben ilk olarak MTTB’nin Sosyal İlimler Enstitüsünde dinlemiştim yıllarca önce. Daha sonra kitapları ve sohbetleriyle tanıdım onu. Sonra Mecliste beraber olduk. Bizim nesil üzerinde emeği çoktur. Allah rahmet etsin.
Bu darbe teşebbüsünden dersler çıkarmamız lazım ki “Hak şerleri hayr eyler” diyebilelim.