15 Temmuz kalkışması bundan sonra Türkiye’yi bir hayli yoracak ama iyi şeylere de yol verecek gibi duruyor. Asker sivil ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi çoktan beri yapmamız gereken bir iş olduğu için sevinilecek bir husus.
FETÖ’nün başı Gülen’in darbe merakı yeni değil. Fehmi Koru’nun“Ben Böyle Gördüm” adlı Alfa Yayınlarından çıkan kitabının beşinci bölümü “Darbeler ve Cemaat” başlığıyla açılıyor. 28 Şubat’a giden günlerde, darbeci başının nasıl bu işlere bulaştığını anlatıyor Fehmi Koru.
Yatıp kalkıp bu kalkışmanın niçin önceden haber alınamadığını düşünüyorum sürekli. Darbe mağduru bir üst düzey komutanla yaptığım görüşmede de bu soruya cevap çıkmadı. Sinsi bir yapılanmada bunların zor olduğu şeklinde bitirdik o görüşmeyi.
Yine de MİT’in son dakika müdahalesiyle önlendi darbe. Çünkü MİT’e gelen ihbar Hakan Fidan’ın MİT yerleşkesinden helikopterle alınacağı şeklindeymiş. Fidan, bir öngörüyle bu hareketin daha büyük bir kalkışmanın bir parçası olabileceğini söylemiş. Anlaşıldığı kadarıyla Genel Kurmay Başkanı ile görüşmelerinde de işin bu tarafı konuşulmuş.
Pek çok kuruma sirayet eden FETÖ, asıl hedeflerden biri olarak belirlediği MİT’i de ele geçirmek için çok uğraştı. Hrant Dink davasındaki ihmalleriyle gündeme gelen o günün Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek’in MİT’e yerleştirilmesi başarılamayınca, Hakan Fidan, 7 Şubat 2012’de Savcı Sadreddin Sarıkaya tarafından güya Oslo Süreci ile ilgili ifade vermek üzere adliyeye davet edildi. O zaman Abdullah Gül’ün bu işe ne kadar öfkelendiğine şahidim. “Hakan’a ‘sakın ha…’ dedim” diye anlatmıştı bana.
Amaç açıktı. Fidan’ı MİT’den uzaklaştırmak, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’i MİT’e yerleştirmek… Bildiğim bir husus daha var. MİT Bilgi İşlem Birimine bir adamlarını yerleştirmek üzereydiler ki bir arkadaşımızın ikazıyla son dakikada vaz geçildi.
7 Şubat 2012 çılgınlığından ve dershaneler için diklenmelerinden darbeye niyetlerini anlamalı mıydık? Hele 17-25 Aralık yargı kılıflı kalkışma bunlarla yetinmeyeceklerini açıkça göstermiyor muydu? Aslında gerekli tedbirler alınıyor ve başta polis ve jandarma teşkilatında olmak üzere bir süzgeç çalışıyordu. Fakat asker kılıflı canilerin de içinde olacağı bir kalkışmaya galiba ihtimal verilmiyordu.
İhtimal vermeyen sadece hükümet ya da asker değildi. Mesela 2011 yılında Everest Yayınlarından çıkan ve asker sivil ilişkilerini Ergenekon ve Balyoz davaları etrafında ele alan İsmet Berkan’ın“Asker bize iktidarı verir mi?” adlı kitabında ne cemaatin ne de Gülen’in adı geçiyor. Oysa FETÖ’nün bu davalar etrafında ne hile ve desiselere bulaştığı gün gibi ortada. İşin bir tuhaf tarafı da, varlığı yine gün gibi aşikâr olan bu kalkışmaların hesabının görülmemiş olması değil mi?
Allah’ın bir lütfu olarak bu kalkışmayı atlattık. 239 şehit, 2000’den ziyade yaralı. Dile kolay. Bir de ateş düştüğü yeri yakıyor. Öksüzler, yetimler, dullar, çaresizler… İnşaallah bu darbeye dur diyen milletin feraseti geride kalanlar için de harekete geçer ve acıları bir nebze olsun hafifletir. Milletimizin işin şuurunda olduğunun en büyük delili demokrasi nöbetleri…
Bilmiyorum siz hiç katıldınız mı? O insanların safiyeti, bir yanlışı vakitlice sezip elinden geldiğince önlemeye çalışması… Bunlar destanlık işler… Bu insanların demokrasi nöbetlerindeki aşkını, simalarında önemli bir iş yapmanın huzurunu, sağına soluna bakmadan doğrulara sahip çıkışını görünce gıpta etmeden yapamıyorum ben. ‘Allah’ım bunların safiyetini bana da nasip eyle’ diye dua ediyorum. Devlet-i ebed-müddet bu işte… Bunu batı öğretisiyle yetişmiş hiçbir sosyoloğa anlatamazsınız. Bu bizim milletimize has bir haslet… Üstadın “bu milletin ruh kökü…” diye anlatmaya çalıştığı haslet…
Yenikapı’yı dolduran milyonlarda gördük son olarak bu muazzam manzarayı. Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın riyasetinde sanki bir büyük kongre icra edildi. Katılanlar bu milletin özü ve özeti gibiydi. 80 milyonun özü…
Size bir yazıdan söz edeyim. Ertuğrul Beşer, darbeye direnen insanları anlatıyor. Bir de onları küçümseyenleri… Serbestiyet adlı internet sitesinde… “Bir Fatiha: Arkadaşım Ahmet Aşık’ın ruhuna mektup”
Strasbourg’da yaşayan Mahsun Göl isimli bir dostum vardı. 15 Temmuz akşamı bir aksilik oluyor ve Yalova’ya tatile gidemiyor. Sonra Cumhurbaşkanımızın çağrısını duyuyor ve Saraçhane’ye İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin önüne koşuyor. Bir zırhlı aracın tepesine fırlıyor ve askerin tüfeğine yapışıyor. Didişirken ve parmağı namlunun ucundayken silah patlıyor. Parmağının ucu yok artık. O haliyle silahı atıyor aşağıya. Daha sonra parmağına aldırmaksızın darbecilere engel olmaya çalışıyor. Dört kurşun yiyor. Kalçasından ve bacaklarından… Hastaneye kaldırıyorlar. Kurşunların ikisi çıkarılıyor. Beni Fransa’dan telefonla aradığında hüzünlüydü, “şehit olamadım” diyordu. Yanındaki diğer dostum İrfan Ayyıldırım da ona söyleniyordu, “ben gazi bile olamadım…” diye. Mahsun “yarın ameliyat olacağım, diğer kurşunları çıkaracaklar, dua et abi” dedi. Sesi Saraçhanedeymişçesine gür çıkıyordu, ama hüzün doluydu.
Ah bu insanların safiyeti ve aşkı…