Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında Cumhurbaşkanlarının yaptığı konuşma hem geçmiş bir yılın muhasebesi hem de önümüzdeki yıla ait hedef ve vizyon anlamında önemlidir. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 1 Ekim günü TBMM kürsüsünde yaptığı konuşma da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Benim âdetimdir. Cumhurbaşkanlarının yaptığı açılış konuşmalarını hem dinlerim hem de daha sonra dikkatle okurum. Siz de okumak isterseniz Cumhurbaşkanlığının internet sitesinde bulabilirsiniz bu konuşmayı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu yılki konuşması ister istemez 15 Temmuz hainliği etrafında şekillendi. Meclisin bu konudaki fonksiyonu belli ki aklından çıkmamıştı. Şöyle dedi: “23 Nisan 1920 gününden bugüne kadar geçen sürede, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihinin pek çok önemli dönüm noktası vardır. 15 Temmuz 2016 gecesinin, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin tarihinde de ayrı ve özel bir yeri olacaktır.”
FETÖ ile mücadele Cumhurbaşkanımızın en öncelikli işi. Bunu kendisi kadar herkesin önemsemesini arzu ediyor elbette. Bu arzu Meclisteki konuşmasında şöyle yer buluyor: “Bu mücadelede tereddüde düşen, yorulan, bunalan, duraksayan herkese şunu tavsiye ediyorum: Şehitlerimizin, mesleklerine, memleketlerine, ailelerine, ikamet adreslerine bir bakın… O gece çekilen görüntüleri izleyin, şehitlerimizin gazilerimizin hikâyelerini dinleyin. Orada 15 Temmuz darbesini herhangi bir organize ekibin, herhangi bir siyasi, sosyal, ekonomik grubun değil, bu milletin omurgasını oluşturan sıradan insanların, bizatihi halkın engellediğini göreceksiniz. Emin olun, 15 Temmuz’da sokaklarda şehadete koşan insanların kahir ekseriyetinin, ne korumak zorunda olduğu malı-mülkü, ne unvanı-statüsü, ne de başka bir çıkarı vardı.”
Şimdi bizi içten içe kemirmesi muhtemel bir başka tehlike ile yüz yüzeyiz. Cumhurbaşkanımızın “at izi it izine karıştı” diyerek dikkat çektiği tehlike… FETÖ ile mücadeleyi bilerek ya da gafletle sulandırma ile sonuçlanacak, önüne gelen herkese FETÖ damgası vuranların bizi içine attığı tehlike…
Eğer insanlar FETÖ tehlikesi kadar mağduriyet hikâyeleri de anlatmaya başlamışsa bizi yarınlarda çok yoracak bir hal var demektir. FETÖ ile beraber mağduriyet sebebiyle siyasiler de eleştirilmeye başlanmışsa ve bu giderek yoğunlaşıyorsa at izini it izine karıştıranların teşhisi ve ortaya çıkan mağduriyetin giderilmesi aciliyet kesbetmiş demektir.
FETÖ ile mücadele elbette gerekir. Fakat bunu yaparken masum insanların canını yakmamaya özen göstermek gerekmez mi? Kaldı ki burada ortaya çıkan yanlışların ceremesini yine siyasilerin çekeceği açıktır. Hukuk ihlallerinin ilerde başımızı ağrıtmaması için bugünden tedbirli olmaya ihtiyaç vardır. Başbakan Binali Yıldırım’ın imzasız ve delilsiz ihbar mektupları dikkate alınmayacak şeklindeki iradesi hukuk ihlallerinin önüne geçmek için atılmış çok ciddi bir adımdır.
İlerde ortaya çıkacak sıkıntıları atlatmanın bir yolu da şu anda belki mecburen uygulanan olağanüstü halin bir an önce sona erdirilmesidir.
Yenikapı’daki birlik ve beraberlik ruhuna ne kadar ihtiyacımız olduğunu çok iyi biliyor Tayyip Bey. Bunun sadece iç meselelerde değil dışardaki faaliyet ve temaslarda da Türkiye’nin büyük bir kozu olduğunu her kesimin kavramasını isterken ne kadar haklı olduğu yakın dönemdeki olaylarla ortaya çıkmış bulunuyor. Bir yandan “Türkiye’nin ve Türk milletinin, vatanı, özgürlüğü ve geleceği söz konusu olduğunda nasıl tek yürek, tek ses, tek nefes olabildiğinin ispatı olan Yenikapı ruhunu titizlikle korumak, hepimizin sorumluluğudur” derken öbür yandan farklılıklarımızı zenginliğe dönüştürmeyi bilmemiz gerektiğini vurguluyor: “Elbette bu demek değildir ki, hepimiz her konuda aynı şeyleri düşünecek, aynı şeyleri söyleyeceğiz… Kimsenin böyle bir talebi yok, olamaz da… Yaklaşım farklılıklarımız, inanç, düşünce, tarz farklılıklarımız mutlaka olacaktır”
Tayyip Erdoğan’ın gelecek tasavvurunda Anayasa değişikliği önemli bir yer tutuyor. “Ülkemizin önünü açacak, 2023 hedeflerimize ulaşmamıza katkı sağlayacak her hususta Meclisimiz öncü olmalıdır. Bunun için, mümkünse yeni bir Anayasayı, en azından kapsamlı bir Anayasa değişikliğini süratle hayata geçirmeliyiz.”
Suriye meselesi yalnız Türkiye’nin sorunu olmaktan çoktan çıkmış bulunuyor. Mültecilerin içine atıldığı halin acısını en çok çeken, bu insanlık dramını durdurmak için çırpınan Türkiye’ye destek olmak adına atılan ciddi bir adım var mı? Hemen her şey göstermelik… Bu sorunu çözmenin en önemli adımı Suriye’de mevcut yönetim anlayışının değişmesi iken bu dallara basan yok. Tayyip Bey de konuşmasında Suriye ve etrafında gelişen olayları etraflıca ele alıyor: “Avrupa ülkeleri, bu insanlık sınavında sınıfta kalmışlardır. Mültecilere kucak açmak yerine sınırlarını kapatmayı tercih eden Avrupa ülkeleri, bugüne kadar savundukları değerleri adeta ayakları altına almışlardır.” Benim bu sütunlarda sık dile getirdiğim bir husus var. AB, kendi ortaya koyduğu prensiplere sadık kalsaydı ne mülteci sorunu bu hale gelirdi, ne de Türkiye’nin üyeliği bu kadar sarkardı.
Gaziantep’te 56 kişinin hayatını kaybettiği saldırının Fırat Kalkanı Harekâtını zorunlu hale getirdiğini belirten Cumhurbaşkanı şöyle devam etti: “Cerablus’tan başlayarak hedefimiz bu bölgede, ilk etapta 5 bin kilometrekare büyüklüğünde, terör örgütlerinden arındırılmış bir güvenli bölge tesis etmektir.”
“Türkiye olarak masanın dışında kalamayız, masada olmaya mecburuz” vurgusu konuşmanın en çarpıcı bölümlerinden birisiydi.
Önümüzdeki günlerde çok konuşulacak bir hususa da dikkat çekti Cumhurbaşkanı Erdoğan.“Amerika Birleşik Devletleri Kongresinin, Suudi Arabistan’a 11 Eylül saldırıları sebebiyle dava açılmasına imkân veren bir yasayı onaylaması da büyük bir talihsizliktir.” Bu işin arkasında nasıl bir oyun olduğunu sanırım yakında anlarız.
AB ile ilişkilerde yolun sonuna mı geldik? Tayyip Erdoğan vize serbestisinin bu ay yürürlüğe girmesi gerektiğini işaretle “Terörle mücadele gibi, Türkiye için hayati bir konunun, sürecin ön şartı haline dönüştürülmeye çalışıldığını görüyoruz” diyor ve ekliyor: “Bu tavır, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye verdiği sözü tutmak istemediğinin ilanıdır.”
AB, Türkiye’yi anlamamakta direniyor. 15 Temmuz’u anlamakta gecikmeleri başta olmak üzere uzun süredir yapıcı tavırlarını kaybetmeleri Cumhurbaşkanı’nı kızdırmışa benziyor. Kızmakta haklı mı? Evet. Fakat bu öfkeyi yenmek zorunda olduğumuzu da bilmek gerekiyor. Avrupa ve AB bizim kolay vazgeçebileceğimiz bir mesele değil. Aslında Tayyip Bey de bunun farkında: “Bizim Avrupa Birliği kriterleriyle, küresel demokratik değerlerle, hak ve özgürlüklerle, insan haklarıyla, hukukun üstünlüğüyle hiçbir sorunumuz yoktur ve olmayacaktır. Türkiye’yle veya Türkiye’siz yoluna devam etme seçimi Avrupa Birliği’ne aittir; o seçimi kendileri yapacaklar. Kurnazlık yapıp sorumluluğu bizim üzerimize yıkmaya çalışmasınlar.”
Siz en iyisi bu konuşmayı baştan sona okuyun veya dinleyin.