Nükleer enerji maceramız uzun yıllara dayanır. Türkiye’nin nükleer teknolojiye sahip olmaması için çevrilen dolapları Prof. Ahmed Yüksel Özemre’den okursanız ağlamaklı olursunuz. Türkiye bir yıl kadar önce Rus uçağını düşürmek zorunda kalınca “hay Allah, şu nükleer işimiz gene sarpa sarıyor” diye çok hayıflanmış ve oturmuş bir de yazı kaleme almıştım. Burada çıkan “Uçak düştükten sonra…” başlıklı o yazıda da merhum aksakallı pîr Prof. Ahmed Yüksel Özemre’den söz etmiştim.
Bunları anlatmamın sebebi “Politik Fizik” adlı kitapta nükleer enerjinin ve nükleer tehdidin önemli bir yer tutmasından başka bir şey değil.
Amerikalılar çok yönlü çalışıyorlar. Richard Muller adlı bir fizik profesörü oturmuş yarının politikacı ve liderleri fizik konusunda neleri bilmeliler diye düşünmüş. Sonra da bunu önce bir ders olarak sunmuş, arkasından da kitap olarak neşretmiş. 2008 yılında çıkan kitabı Alfa Yayınları Bilim Kitapları serisinden geçen yıl Türkiye’de yayınlamış.
Yazıya nükleer enerji ile başlamamın bir sebebi de Ak Parti hükümetlerinin bu konudaki dirayet ve kararlılığı… Rusya ile ilişkilerimiz hâlâ istenen seviyede değil ama Akkuyu Nükleer Enerji işi bildiğim kadarıyla yürüyor. Kafa karıştırıcı bir durum var ama… Ne Enerji Bakanlığının ne de Akkuyu Nükleer Şirketinin internet sitesinde projenin ne durumda olduğuna dair bir bilgi var. Projenin durdurulduğuna dair dedikodular var ama hem Türkiye hem Rusya bunları açıkça yalanlıyor. Bir internet sitesinde “Akkuyu’da hafriyat hız kazandı” diye rastladığım haber beni teselli etti.
Türkiye’nin hemen güneyi yanıp kavruluyor. Hem de uzun yıllardır. Sebep belli, enerji. Son günlerdeki Musul tartışmasını hatırlayabiliriz aynı kapsam içinde. Kitabın daha girişinde bakın ne diyor yazar: “Bugün önemli kararların hepsinde değilse de birçoğunda bir yüksek teknoloji öğesi vardır. Güneş gücünü ya da kömürün nasıl benzine dönüştürüleceğini anlamıyorsanız, ülkenizi nasıl temiz enerjili bir geleceğe yönlendirebilirsiniz?”, (s.10). Batılıların temiz enerji derken kirli bir savaşa göz yumdukları Irak ve Suriye’deki olaylarla ortaya çıkmış değil mi?
Kitap beş konuda liderlere ve politikacılara nelere vakıf olmaları gerektiğini telkin etme sevdasında. Terörizm hem güncelliği hem de en enerji konularıyla doğrudan ilişkisi sebebiyle Kitabın ilk bölümünü oluşturuyor. 11 Eylül ve biyolojik silahlar burada ilginç yönleriyle irdeleniyor. Enerji, bütün dünya liderlerini ilgilendirdiği için ikinci bölümde ele alınıyor. Hidrojen ekonomisi, kömür, petrol ve güneş mukayeseli olarak burada… Nükleere ilişkin konular çok. Radyoaktivite, bombalar, reaktörler, atık tehlikesi… Dördüncü bölüm uzay çalışmalarına, beşinci bölüm küresel ısınmaya hasredilmiş.
Amerika’nın yeni seçilen başkanı Trump, terörizmin önlenmesi için harcanan parayı fazla buluyormuş. Bakalım kendisi nasıl bir yol izleyecek. İŞİD onun ajandasında nasıl bir yer işgal edecek? Bunları göreceğiz. Elimizdeki kitap “bir sonraki terörist saldırının ne zaman yapılacağını sanıyorsunuz? Nükleer bir patlama? Kirli bir bomba? Aynı anda patlatılan bir düzine ticari uçak? Ya da daha bildiğimiz bir şey; bir gökdelene çarpan bir uçak gibi?” (s. 13) diye soruyor. 11 Eylül’ü de şöyle açıklıyor: “11 Eylül teröristleri Dünya Ticaret Merkezini tahrip etmek için yüksek bir güç kullanmadılar. Jet yakıtının yüksek enerjisini kullandılar. Açığa çıkan enerji yüksek sıcaklık meydana getirdi. Yani yapının çeliklerindeki moleküllerin hızla hareket etmesini (titreşimi) sağladı. En sonunda çelik yapının zayıflaması binanın çökmesine yol açtı”, (s.16).
Teröristler nükleer bomba yapabilirler mi? Kitaptan anlıyoruz ki bomba tasarlamak zor bir iş değil. Önemli olan uranyum-235’e sahip olmak. Yeraltından çıkan uranyum madeni U-238 olarak biliniyor. Bundan belli bir saflık derecesinde U-235 elde etmek çok ileri teknoloji gerektiriyor. Şöyle bir ifade var s.34’ün Haydut Nükleerler alt başlıklı bölümünde: “Birçok bakımdan gerçek tehdit teröristler tarafından yapılanlardan değil, haydut ülkeler tarafından yapılan nükleerlerden geliyor.” Haydut ülkeler hangileri dersiniz? Yazar İsrail ve Hindistan’ı da zikrediyor ama müphem bir şekilde. Asıl vurgusu Körfez savaşı öncesi Irak ile Kuzey Kore ve İran. İran, U-235’i zenginleştirmek için gaz santrifüjü tesislerine sahip olmasın derdinde Amerika ve elbette İsrail.
Biyolojik terörizm, 11 Eylül’ün hemen akabinde ortaya çıkan şarbon sporlarıyla girmişti gündeme. Medya kuruluşlarına gönderilen mektuplar şarbon sporları içeriyordu. Beş kişi öldü. Daha sonra Amerikan istihbaratına da böyle mektuplar gönderildiği söylendi. Yarının liderlerinin bu işi bilmeleri, teröristleri izlemek üzere istihbarat kuruluşlarını yönlendirmeleri açısından önemliymiş, s.45.
Kitapta iddialı sözler de var Enerji Bölümünde: “Yarının liderleri Şii ile Sünni arasındaki farkı ya da Japonya-Çin anlaşmazlığını bilmek zorunda oldukları kadar yukarda saydığım gerçekleri de bilmek, anlamak ve özümsemek zorundadırlar”, s. 58. Yukarda saydığım gerçekler dediği yakıtlara ait bazı fiziksel özellikler.
Bazı gıdaların verdiği enerji ile benzinin verdiği enerjiyi mukayese eden yazarımız bir de akıl veriyor sanki biz bilmiyormuşuz gibi: “Kilo vermenin en iyi yolu, daha çok idman yapmak değil, daha az yemektir”, s. 61.
Güneş güç santralleri ile arası pek iyi değil fizikçi profesörün. Bunları ikiye ayırıyor. Biri güneş hücreleri kullanmak ve bunları geniş bir alana yaymak. Diğeri güneş termal dönüşümü diye adlandırılan yöntem. Evet, güneş hücreleriyle enerji elde etmek biraz pahalı gibi. Ama bir kere kurunca gerisi bedava diyebilir miyiz? Şaka bir tarafa güneş hücrelerinin verimi%16 ile %20 arasında. Bir MW güç için 18 dönüm arazi gerekiyor. Bir MW maliyeti ise bir milyon dolar. 1 MW için 260 W’lık 4000 panel gerekiyor.
Çok uzun süre havada kalabilen ve casus uçak olarak kullanılabilecek güneş uçakları da detaylıca ele alınmış kitapta. Yarının liderleri bu imkânın farkında olmalı diyor yazarımız.
Nükleer kelimesini duyar duymaz aklımıza radyoaktivite gelir nedense… Radyasyonun kansere sebep olduğuna dair hepimizde kuvvetli bir algı yok mu? Pazartesi gecesi ayın tam dolunay hali sebebiyle radyasyonun yükseleceği söylentisi yayıldı internettin hocanın sitesinde. İşte şurada size bahsettiğim kitabı okumuş olsalardı o dedikoduyu yayanlar, böyle bir aymazlığa düşmezlerdi.
Radyasyonu küçümsediğimi sanmayın. Aksine sadece yarının liderleri değil bugünün karar vericileri de konuyu etraflıca bilmek zorunda. Söz buraya gelmişken Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın bu konularla ilgili bir danışmanı var mı acaba diye düşünmeden edemedim.
Litvinenko cinayetini hatırlar mısınız? Rusya’nın Çeçenistan’da işlediği insanlık suçlarını ortaya çıkaran Putin muhalifi gazeteci Anna Politkovskaya 7 Ekim 2006’da evinin asansöründe vurularak öldürülmüştü. Litvinenko, Politkovskaya’yı vuranı ve vurduranı ortaya çıkarmak için araştırmalara başladı. Bu sırada Litvinenko Londra’da KGB’den eski arkadaşlarıyla buluştu. Litvinenko görüşme sonrası gittiği evinde rahatsızlandı ve hastaneye kaldırıldı. Hastanede uzun süre neyle zehirlendiği belirlenemese de sonunda sadece Rusya’da üretilen Polonyum 210 isimli radroyaktif bir maddeden zehirlendiği ve vücudunda bu maddenin, ölümcül dozun 10 katı oranında bulunduğu açıklandı.
Radyoaktivite, radyasyon ve kanser, çevresel radyoaktivite gibi konuları merak ediyorsanız bu bölüm size göre demektir. Arkasından da nükleer silahlar bölümü geliyor. Bu aralar beni daha çok nükleer güç ilgilendiriyor. Akkuyu Nükleer Güç Tesisini önemsiyorum. Türkiye’nin nükleer teknolojiye sahip olması çok önemli. Bu bölümde herkesin merak ettiği o sorunun cevabı var. “Nükleer reaktör atom bombası gibi patlayamaz. Kuşkusuz yarının lideri bu cevaptan daha fazlasını bilmelidir”, s. 152. Çernobil’de olan da bu değildi. Çernobil’i çok konuşuruz ama 1979’da Amerika’da meydana gelen Three Mile Adası’ndaki nükleer reaktör kazasından haberdar olanımız neredeyse yok gibidir, s.158.
Nükleer atıklardan ne haber? “ … bu son derece radyoaktif binlerce yıl tehlike yaratacak kalıntılar ne olacak? Yarının liderinin karşılaşması muhtemel en büyük teknik problemlerden birisi nükleer atık meselesidir”, s.164. Akkuyu’da bu sorun nasıl çözülecek bilmiyorum ama Amerika’daki bir nükleer atık deposu yerin 350 metre altında inşa edilmiş.
Türkiye artık uzay çalışmalarında da var. Kendi uydularını imal etme kapasitesi gittikçe gelişiyor. Yine de bu yolda daha işin başında olduğumuzu kabul etmeliyiz. Arkadaşlarımızla buluşmak için yeni bir yol çıktı ortaya. “Neredesin?” Önce bir takım tarifler. Arkasından “konum at bana”. İşte GPS dediğimiz sistem uydular kanalıyla bize yol gösteriyor. İlginç kullanım yerleri var uyduların. Kütle çekim kanununu kullanarak yoğunluk farkından madenlerin yerini de bulmak mümkün eğer FETÖ’cüler tünel kazıp kaçmaya kalkışırlarsa onun yerini tespit de mümkün.
Küresel ısınmaya sebep olarak gelişen ekonomilerin karbon dioksit yayması gösteriliyor. Şimdiye kadar Amerika ve Batı yeteri kadar sera gazı etkisine yol açtılar ama onları saymak istemiyorlar. İlle de bundan sonrası… Kyoto protokolünü imzalayan ülkeler, karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaya bakıyorlar. Sera etkisini anlatırdım size ama bu yazı çok uzun oldu. Hem zaten siz bu kitabı okumayacak mısınız?
Bugünkü sıkıntıları atlatır dünyanın ilk on beş ekonomisi içine girersek Politik Fizik kitabında anlatılanlarla yetinmek imkânsız hale gelecek.