Kayseri’deki şehitlerimiz yüreklere kor ateş düşürdü. Bir hafta önce Dolmabahçe’de 44 şehit vermiştik. Henüz ağıtlarımız kesilmeden yine bir felaketle karşılaştık. Yönetilemeyen, yılgınlığın pençesine düşmüş bir Türkiye manzarası isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakan bir irfanı var milletimizin.
Bu ülkenin insanları zor zamanları altıncı hisleriyle kavrayan bir olgunluğa sahip… Hep birlikte terör karşısında dik duruşumuzun sebebi işte bu… Böyle zamanlarda hükümete destek olmak, terör meraklılarının başaramayacaklarını anlamaları için ilk şart. Halkımızın irfan ve feraseti bu bakımdan çok önemli…
Sizler televizyonlarda şehit ailelerinin çaresizliğini ve metanetini izlerken neler hissettiniz bilmiyorum ama annemin dizlerini döğüşünü, eşimin gözyaşlarını silişini ben yutkunarak izleyebildim. Bizler bu duygular içindeyiz ama ya şehitlerin anneleri, babaları, kardeşleri… Allah yardımcıları olsun, sabır versin…
Tayyip Erdoğan’ın çözüm süreci için samimi gayretlerini bir türlü anlamayan ve kıymetini bilmeyenlere ne diyeyim ben… Geldiğimiz nokta ortada… Bu fasılda söylenecek çok söz var ama sırası değil…
Terörle mücadelede birlik ve beraberliğin önemi elbette büyük… İktidarıyla muhalefetiyle birlikte koşmak şart bu mücadelede… Resmi ağızların söylediği gibi “son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar mücadeleye de devam edelim” ama “teker teker baş m’olur/ tepedekiler tepelenmeyince…”
Söz buraya gelmişken epeydir anlayamadığım bir hususu sizlerle paylaşmak istiyorum. Dolmabahçe ve Kayseri’deki hainlikler PKK’nın eseri… Bunlara en iyi cevap başlarının başını almak olsa gerek. Cemil Bayık, Mustafa Karasu, Duran Kalkan, Murat Karayılan… Bunlar ve bunlar gibiler kaç zamandır konuşup dururlar, tehditler savururlar, etrafımızı bombalatırlar… Niye bunlardan bir kaçı bunca zamandır derdest edilemez? Burada bir acziyet mi var acaba? Oysa böyle bir mücadelenin önce psikolojik zeminde kazanılması gerekiyor.
İşin burasına takılan sadece ben değilim. Bizim bilmediğimiz ve duymadığımız çok sayıda bombalama ve suikastı önlediklerini sandığım istihbarat birimlerine ilişkin kaygıları Kütahya milletvekilliği de yapmış olan Hasan Fehmi Kınay da dile getiriyor. Hasan Fehmi Bey, yatirimyeri.com adlı internet sitesindeki yazısında bakın ne diyor: “Öncelikle şu sorunun cevaplanması gerekir; bunca hain kendini nasıl gizleyebiliyor? Sayın Cumhurbaşkanımız teröristlerin “ihbar” edilmesi çağrısında bulundu. Bu çağrı terörle mücadele konusunda hayati öneme sahip. Ne var ki yapılan ihbarlar doğru değerlendirilebiliyor mu? Bir de buna bakmak lazım. Bugüne kadar milyonlarca ihbar yapılmıştır. Bu ihbarların bir bölümü iyi değerlendirilmemiş olabilir. Bunu bilmiyoruz. Görevdeki arkadaşlarımızı üzeceğini düşünerek bu tür yorumlar yapmamız yanlış görülebilir. Ben bu yanlışı göze alarak bu yorumu yapmak zorunda hissediyorum. Zira ihbar yağdığından eminim. Eylemden birkaç saat sonra eylemi yapanları ve çevresindekileri belirleyebiliyoruz. Kriminal daire çok başarılı. Ama eylem öncesi istihbarat için aynı şeyi söylemek mümkün değil. 40 yıldır PKK terörüyle yatıp kalkan bir ülkede kimin PKK’lı olduğunu, hangi düzeyde eyleme karışabileceğini hala belirleyemediysek bunda bir sorun var demektir. MİT, Emniyet, Jandarma gibi kurumlarda hainlerin temizlendiğini düşünürsek bu sorunu nasıl açıklayacağız? Hala varsa o zaman ihanet devam ediyor demektir.”
Sıkıntı sadece bugünle sınırlı değil. 17-25 Aralık yargı kılıklı darbe teşebbüsü nasıl olur da vaktinde bilinmez! Çok basit bir kabulle en az 300 kişinin 3 aydır hazırladığı 15 Temmuz ihanetini önceden haber alacak mekanizmalarımız yoksa bundan sonrası için de korkalım…
Kayseri’deki olayın detaylarına malik değilim ama ‘otobüs kaç kişilikti, kaç kişi bindirilmiş’ sorusu aklımdan çıkmıyor… Bu otobüse bir koruma aracı vermek niye kimsenin aklına gelmez… Bu kadar kalabalık grubu çarşı iznine bir arada göndermenin riskini kim aldı acaba… Bu konu askerlerin aklına gelmedi diyelim, emniyet ve istihbarat birimleri de mi hiç çalışma yapmadı, hiç mi uyarı göndermedi askerlere? Üstelik bir hafta önce polislerin toplu halde bulunması sebebiyle yaşadığımız felaket ortada iken…
Bu yazıyı noktalamak üzereydim ki Rusya’nın Ankara Büyükelçisine suikast haberi geldi. Provokasyonlara karşı ne kadar dikkatli bir dil kullanmak gerektiği bu olayla bir kere daha açığa çıkmış oluyor. Bir önceki yazıda buna işaret etmiştim. Halep ve Suriye’nin hesabını Ankara’da kesmek gibi bir çılgınlığa düşecekler bundan sonra da olabilir. Dikkat gerekiyor. Bir taraftan Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, bir taraftan Başbakanımız Binali Yıldırım Rusya ile ilişkileri düzeltmek için bir gergef sanatçısı hassasiyetiyle gayret gösterirken ortaya çıkan bu hadisenin iki ülke yetkililerince serinkanlılıkla ele alınacağını ummaktan başka ne yapabiliriz ki…
Ne çok şehit verdik şu son günlerde…
Ne söylesek az, ne söylesek çok…
İsterseniz yanık bir türküye kulak verelim:
“Derdim çoktur hangisine yanayım…/ Yine tazelendi yürek yarası…”