Polislerimizi hedef alan alçak terör eylemi herkesi üzdü elbette. Maksat açık: Yönetilemeyen bir Türkiye manzarası ortaya çıkarmak… Sıradan insanlar olarak bizler ne kadar öfkelensek yeridir. Bu terör eyleminin polisler kadar bizi de ateşin içine koymaya çalıştığı aşikâr…
Bombalı aracın patlatıldığı yeri iyi bilirim ben. İstanbul Teknik Üniversitesinin Gümüşsuyu binasında geçti öğrenciliğim. Dolmabahçe Camiinde Cuma namazı kılmak için Cuma günleri bombanın patladığı noktadan geçerdik. Fakülteye giriş çıkışlar Gümüşsuyu binasının stada bakan o muhteşem kapısından değil yukardaki kapıdan yapılırdı. Fakat stada bakan haşmetli kapının üstündeki kitabenin zarafeti okuyamasam da hafızamda yer etmiş. Bunca masum polisle birlikte o kitabe de bu patlamadan zarar görmüş müdür, bilmiyorum. Sözün kısası öfkem büyük…
Sizin öfkeniz de büyük benim öfkem de… Bu öfkeyi açığa vurma hakkımız da var bizim. Fakat herkes için durum böyle olmamalı. Televizyonda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu dinlerken aklımdan geçti bunlar. Öfkelenmek onun da hakkı, tamam. Onun öfkesini açığa vurmaktan çok sakin olması lazım gibi geliyor bana. Şeyh Edebâli’nin dediği gibi: “Öfke bize sükûnet sana”. Serinkanlılık ve soğukkanlılık diye iki güzel kelime var Türkçede. Ne zaman ve hangi durumlarda kullanmak lazım dersiniz? Bakan Bey “yarın ilk işimiz intikam almak olacak” diyordu. “Hayır” dedim içimden, “ilk iş intikam değil”. İlk iş katillerin patronlarını bulmak… Daha önemli iş ise “bu terörden nasıl kurtuluruz?” sorusuna cevap aramak.
Şimdiye kadar “Türkiye’nin etrafı yanıyor, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de her gün yüzlerce insan ölüyor, artık ölümlerin haber değeri bile kalmıyor, ölümleri kanıksamak gibi bir vurdumduymazlık içine giriyoruz” diye çok yakındım. PKK, İŞİD ve FETÖ ile aynı anda uğraşmak kolay değil. Allah Türkiye’yi korusun diyelim.
Eğer bunca polisimizi şehit eden bu olay olmasaydı belki bugün sizinle Meclise sunulan Anayasa değişikliklerini konuşuyor olacaktık. Yine de konuşabiliriz. Bu değişiklikler Türkiye’de demokrasinin kurumsallaşmasını sağlayacaksa gecikmek yanlış olur. Unutmayalım ki terörü yenmenin ilk adımlarından biri demokrasiyi bütün kurallarıyla yerleştirmekten geçiyor. AB bu bakımdan önemli işte… İslam dünyası kendi kurallar manzumesini oluşturacak olgunlukta değil maalesef. Öyle olunca AB gibi hayatın her şubesini bir kurallar çerçevesine oturtmak önemli oluyor. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün güvenlik ve biraz ekonomik alanla sınırlı olduğunu ve AB’nin bir alternatifi olmadığını Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım herkesten iyi bilir. AB’nin kendi koyduğu kurallara her zaman sadık kalmadığı da bilinmeyen bir şey değil. Türkiye’nin bütün ısrarına rağmen terör örgütleriyle arasına mesafe koymayışı, en iyi niyetli yaklaşımla, AB’nin özgürlüklerle güvenlik arasındaki dengeyi yanlış yorumlamasından kaynaklanıyor diyebiliriz.
Geçenlerde Adana’da bir öğrenci yurdunda meydana gelen yangın pek çok ailenin yüreğine kor ateş koydu. Baktım, hep ‘yangın nasıl söndürülmeliydi’ diye tartışılıyor… Olamaz. ‘Yangına karşı tedbir ne olmalıydı’ diye tartışmak gerekiyor. Eğer AB içerikli düşünürseniz ne yangın merdiveninin kapı kolunun yerinde olmamasını anlarsınız, ne yangına dayanıklı olmayan imalatı, ne de bu eksikleri vaktinde tespit etmeyen yönetimi…
Bu yangından sonra bir dostum şunları yazdı: “… Korkuyorum artık, çetin bir hesabımız var verilmesi gereken… Bu masumlar kesinlikle ihmalin kurbanı. Yurt, Müslümanım diyen birilerine ait. Şehri yöneten Müslüman/ muhafazakâr biri… Ülkeyi yöneten Müslüman/ muhafazakâr bir yönetim… Ve 12 masum beden yanıyor, ihmal nedeniyle… Bu mesele sadece taziye dilemekle, iş işten geçtikten sonra olay yerine bakan/ vekil göndermekle, kamuoyunu rahatlatmak için beyanat vermekle (rahatlayan da yok ya, biz öyle sanıyoruz), taziyelerine gidip ailelerle sıcak pozlar vermekle… OLMAZ! Dünyada da olmaz ahirette de olmaz! İktidar/sistem meseleleri arasında ‘insanı’ unutmaya mı başladık?”
Ben bu arkadaşımın iktidara yüklemediğini biliyorum suçu. Onun da yakındığı kuralsızlık, denetimsizlik, vurdumduymazlık, meşrep gayretinin ‘insanı unutturan’ hamakatı…
İçişleri Bakanı da bilir ki terör hainleri öldürerek yenilemez. Hainlerin hakkından gelmek ayrı, terör ortamını ortadan kaldıracak adımları atmak ayrı.
Bir başka söylem Türkiye’nin önemli hamlelerinin hep terörist eylemlerle kesilmek istendiğine dair olandır. Bunda haklılık payı olabilir ama bu söylemlerin insanları tatmin etmesi beklenmemelidir. Ekonomik terörden bahsedilirken doların yükselişi örnek diye veriliyor. Burada da spekülatif adımlar olabilir ama ‘birileri dolar alıp ülkeyi terk ediyor mu acaba’ diye de düşünmek mümkün. Bunları önlemenin ilk adımı da yine hukuk devleti olmaktan geçiyor. 15 Temmuz ihanetinin Türkiye’ye bir zararı da hukuk devleti algısının fena halde zedelenmiş olması. Olağanüstü hal ve TMSF’ye devirler sancılara sebep oluyor ve hukuki belirsizlik kaygıları artıyor.
Olağanüstü hal bir zarurete binaen ilan edilmişti. Bu anlaşılabilir. Ancak olağanüstü hale müteallik işlerin bir an önce tamamlanması ve normalleşmenin sağlanması hükümetin de arzusu olan demokratik bir ortamın bir an önce sağlanması yolunda atılabilecek ilk adımı teşkil edebilir.
Türkiye bütün güçlükleri aşacak birikime sahip.
Bize lazım olan hamaset değil, hakikattir.