Anayasa değişikliği var gündemimizde. Hemen herkes ya terör konuşuyor, ya Anayasa değişikliği… Bunda garipsenecek bir durum yok. İnsanlar haklı olarak ülkenin bugününü ve geleceğini ilgilendiren hususları konuşacak elbette. Terör hem can yaktığı için hem de ülkemizi istikrarsızlığa düşürme ihtimali olduğu için önemli bir konu.
Yönetilemeyen bir ülke manzarası ortaya çıkarmak için ölesiye çırpınanların gayretlerini boşa çıkarmayı bildi insanlarımız. Hükümeti zaaf içerisinde göstermek ve herkesi yılgınlığa sürüklemek isteyenlerin heveslerini iyi bir dayanışma örneği göstererek boşa çıkarmayı başardık. Güvenlik güçlerinin ve istihbarat birimlerinin daha dikkatli olmalarını beklemek hakkımız yine de…
Anayasa değişikliği ve terör kadar önemli başka konular da var. Ekonomi konuşmak için daha fazla vakit ayırmamız gerekmiyor mu? Dolar ve benzerlerinin kontrol edilemez fırlayışı bugünlerde insanları çok fazla rahatsız etmese bile atalet etkileri ortadan kalkınca ne gibi homurdanmalara yol açacağını kestirmek zor olmasa gerek. Zaman zaman hamaset iyi bir şey belki ama hakikatin yerini sürekli işgal etmesini bekleyemeyiz. Başbakan Binali Yıldırım olan bitenin farkında… Düzeltmek için olağanüstü gayret gösteriyor ama hukuk sisteminin ortaya çıkardığı güven bunalımını aşmakta zorluk çekiyor.
Hukuk sistemi güven vermeyince yatırım da ticaret de adımlarını ürkek atıyor.
Şimdi Avrupa Konseyinde bir sıkıntıyla yüz yüze gelme ihtimalimiz var. Türkiye’yi yeniden denetim sürecine sokmak istiyorlar.
Türkiye içine kapalı bir ülke olamaz. Bu sebeple de uluslararası kuruluşlarla münasebetlerini geliştirerek sürdürmek zorunda. Avrupa Konseyi, Avrupa Birliğinin mutfağıdır desek abartmış olmayız. AB standartlarının pek çoğu Avrupa Konseyi bünyesinde olgunlaşmıştır. Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi kavramların içini dolduran Avrupa Konseyidir.
Türkiye, Avrupa Konseyinin kurucu üyelerinden biridir. 12 Eylül döneminde Konseyle Türkiye ilişkileri çok problemli geçmiştir. Türkiye, AB üyeliği için gayretlerini arttırınca Avrupa Konseyinde 1996 yılında başlayan denetim süreci 2004 yılında nihayetlenmiş ve Konsey, Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü itibariyle asgari standartları sağladığını belirtmiştir. 2003 yılı başından itibaren sekiz yıl Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisindeki Türkiye Heyeti içinde bulunan birisi olarak 2004 yılındaki bu olayın siyaset hayatımdaki en önemli noktalardan biri olduğunu düşünürüm. Avrupa Birliği ile müzakere yolunun açılması bu sayede mümkün olmuştur. Bu önemli adımın Ak Parti’nin reformcu anlayışının bir sonucu olduğunu unutmamak lazımdır.
Şimdi Avrupa Konseyi Siyasi İşler ve Demokrasi Komisyonu bünyesinde oluşturulan bir alt komisyonun Ankara’ya yaptığı ziyaret sonucu hazırladığı raporun sonuç bölümünde Türkiye’nin yeniden denetim sürecine alınması önerisi var. 23 Ocak’ta başlayacak Avrupa Konseyi Kış Oturumunda bu konunun ele alınacağı anlaşılıyor.
Alt Komisyon Başkanı Danimarkalı Mogens Jensen, Türkiye ile diyaloğun sürdürülmesi gerektiğini vurgularken denetim sürecinin başlatılmasını gerekli bulduğunu ifade eden bir açıklama yapıyor. Alt Komisyon üyelerinin bu karara ittifakla katıldığını da söylemeden edememiş. Heyette daha önce Türkiye Raportörlüğü yapan ve anlaşmakta bir hayli güçlük çektiğimiz parlamenterler de var.
Ana tezleri şu: “15 Temmuz darbe girişimi sonrası OHAL ilan edilmesi meşru, buna karşılık hükümetin aldığı önlemler Türk anayasası ve uluslararası hukuk normlarını ihlal ediyor.” Bir başka kaygı şöyle dile getiriliyor: “Kanun Hükmünde Kararnamelerle yüz binden fazla kişi hakkındaki idari cezalar, on binlerce kişinin ‘somut delil olmaksızın’ gözaltına alınması, bazı parlamenterlerin dokunulmazlıklarının kaldırılması, şirketlerin ve kişilerin mal varlıklarının müsaderesi ve medya kuruluşlarına yönelik operasyonlar…”
Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu bir dönem Avrupa Konseyi Parlamentosu Başkanlığı yaptı. Dolayısıyla oranın işleyişini ve bu durumun ne anlama geldiğini herkesten iyi bilir. Ben size şu anda denetim sürecinde olan ülkeleri sayarsam ne demek istediğim belki daha iyi anlaşılır: Ermenistan, Azerbaycan, Moldova, Bosna-Hersek, Gürcistan, Moldova, Rusya, Sırbistan ve Ukrayna şu anda AK Parlamenterler Meclisinin siyasi denetim sürecinde bulunuyor. Türkiye niye demokrasi standartları bakımından bu ülkelerle beraber anılsın ki… Benim gönlüm razı değil buna…
Türkiye’nin hukuken öngörülebilir ülke olma özelliğini kaybetmemesi gerekiyor. 15 Temmuz felaketinin ülkemize neler kaybettirdiğini açıkça görüyoruz. Şimdi bize düşen bu ortamdan bir an önce sıyrılmaktır. Hukuk ve demokrasi standartlarımızı yükseltmeden ekonomimizi düze çıkartmak da terörle mücadelemizi başarıya ulaştırmak da zor olacaktır. Başbakan Binali Yıldırım’ın AB ülkelerini dayanışmaya çağırması bu bakımdan gerçekten önemlidir.
Avrupa Konseyini ikna etmek gerekiyor. Denetim süreci Türkiye’nin itibarını zedeler. Bu yolda atılabilecek ilk adım olağanüstü hale taalluk eden işleri bir an önce tamamlamak daha sonra da olağanüstü hali kaldırmak olabilir.
Hak arama mekanizmalarının çalışmadığı bir düzen kimseye hayır getirmez.