1 Şubat Çarşamba günü Boğaziçi Üniversitesindeydim.
Bir zamanlar Avrupa Birliği gündemimizin baş konuları arasındaydı. Reform paketleri Ak Parti’nin demokratikleşme yolunda attığı adımların en önemli göstergesiydi. Paketler Ak Parti’nin eseriydi ama toplumun çok geniş bir kesiminin de desteğine sahip olmuştu.
Bu rüzgâr Türkiye’nin hukuk devleti olma yolundaki azmini de ortaya koyuyordu. Öyle ki Türkiye’ye gelen yabancı sermaye miktarı önemli ölçüde artıyor ve bu husus, hukuken öngörülebilir bir ülke olmanın önemine vurgu yapanları haklı çıkarıyordu.
Sonraları Türkiye’de AB rüzgârı yavaşladı. Ak Parti’ye açılan kapatma davası demokrasi yolundaki katarın yavaşlamasına yol açtı. Avrupa Birliğindeki Sarkozy ve benzerlerinin anlayışsız ikircikli tutumları da işlerin duraklama noktasına gelmesine sebep oldu.
Başlangıçta herkes AB’yi konuşurken şimdilerde göçmen meselesi dışında Avrupa Birliğinden bahseden neredeyse kalmadı.
Boğaziçi Üniversitesi bünyesindeki Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu ise adeta herkese inat Avrupa Birliğini gündemde tutmak için gayretlerine devam ediyor. Yılda iki defa sekizer günlük programlarla yürüyen Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu, Avrupa Konseyi, Boğaziçi Üniversitesi Yaşamboyu Eğitim Merkezi ve Anadolu Kültür işbirliğinde kurulmuş. Avrupa Konseyi’nin düzenli desteğine ek olarak, Açık Toplum Vakfı, Chrest Vakfı, İngiltere Ankara Büyükelçiliği, İsveç Başkonsolosluğu, Sabancı Vakfı ve Vehbi Koç Vakfı’ndan da destek alıyor.
Katılımcılar Üniversitenin mevcut öğrencilerinden seçilmiyor. Her kademeden siyasi parti mensupları, sivil toplum kuruluşlarında çalışanlar, kamuda görev yapanlar, serbest çalışanlar arasından belli bir denge gözetilerek seçilenler dolduruyor sınıfı. Hocalar da öyle. Partilerden de var, akademisyenlerden de, gazetecilerden de var, sivil toplum önderlerinden de. Konular genellikle Avrupa Birliği konularını içerse de sınıftaki akış sınır dinlemiyor. Günlük siyasetle Avrupa Birliği ilişkisini kurmakta ise zaten bir zorluk yok.
Avrupa Siyaset Okulu’nun 1 Ocak Çarşamba günkü hocalarından biri de bendim. İsterseniz hoca demeyelim de konuşmacı diyelim. Zira böyle ortamlar benim için de öğrenme fırsatı sunuyor, pek çok şeyi hem de… Avrupa Birliği genel çerçeve idi fakat her şeyi tartışma imkânı bulduk. Önce biraz ben konuştum. Niçin Avrupa Birliğine ihtiyacımız var, onu anlatmaya çalıştım. Türkiye gibi doğal kaynakları kıt ülkelerin hukuk ve demokrasi ekseninde ülkelerini zenginleştirebileceğinden söz ettim. İslam dünyasının içinde bulunduğu atâleti yenmesinin görünür bir gelecekte ihtimal dâhilinde bulunmadığını dile getirdim. Trump’ın yedi ülkeye koyduğu vize tahdidinin İslam dünyasında bir reaksiyon uyandırdığını gören var mı diye sordum.
Avrupa Siyaset Okulunda bana Türkiye’nin AB üyeliği önündeki engeller soruldu. Hukuki sorunlar var dedim. Ama bu sorunların sadece Türkiye’den kaynaklanmadığını da ekledim. Bu çerçeve içerisinde Avrupa Konseyinin Türkiye’yi yeniden denetim sürecine sokma ihtimali var mı diye merak edildiğini gördüm. Son kararname ile kurulan Olağanüstü Hal İşlemlerini inceleme Komisyonunu Avrupalıların niçin önemsediğini anlattım. Bir iç hukuk yolu olarak görülen bu Komisyonun düzgün ve AİHM normları içerisinde çalışması halinde bir sorun çıkmayacağını söyledim.
Merak edilen konulardan bir başkası anayasa referandumunun akıbeti… Bu sefer ben onlara sordum. Genel kanaat kabul edileceği şeklinde. Yalnız birkaç noktayı belirtmek gerekiyor. Kutuplaşmanın artması beklenen bir gelişme olacak gibi. Fakat bu kutuplaşmanın önceki seçimlerde olduğu gibi evet ile sonuçlanması biraz zor kanaati var. Bir başka ilginç nokta şimdiye kadar Ak Parti lehinde oy kullananların bu sefer gizli kapaklı da olsa tereddüt belirtmeleri…
Olağanüstü hal uygulamalarından şikâyete dönüştü bir ara tartışma. Ben de haklı taraflarınız olabilir ama 15 Temmuz sarsıntısı herkesi etkiledi dedim. Hükümet de bir takım yanlışlıklar olabileceğini gördüğü için yeni komisyonlar oluşturuyor diye ekledim. Buradaki sorun muhafazakâr tabanın bu işten çok zarar görmesi. Tayyip Erdoğan’ın isabetle vurguladığı gibi at izinin it izine karıştığı çok vaka var ve bu Ak Parti’ye tuzak gibi işliyor. Yargının yavaşlığı da ayrı bir sorun. Şimdi temenniler yeni kurulan, daha doğrusu kurulacağı açıklanan Komisyonun süratle hareket etmesi istikametinde…
Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulunun bir haftalık programı oldukça yoğun… Yaklaşık 25 konuda 25 farklı kişi geçiyor kürsüye. Kimler ve neler yok ki… Ben Türkiye AB ilişkileri çerçevesinde konuştum. Hakan Altınay Küresel Normlar’ı anlatırken Batuhan Aydagül Eğitim Politikalarını tartışacak. Ayşe Buğra Sosyal Politikalardan söz edecek. İsveç İstanbul Başkonsolosu Therese Hydén da grupla bir sohbet halkasında buluşacak. Oktay Uygun Türkiye’de Anayasa Tartışmalarını ele alacak Ahmet İnam ise Siyaset ve Etik üzerinde duracak. Daha pek çok kişi ve konu var.
Katılanlar kısa da olsa bir arada bulunmanın birbirlerini anlamak adına önemli olduğunu kavramış. Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulunun tanıtım videosunda ilginç bir tespite rastladım. Katılımcılardan biri “Avrupa Siyaset Okulu bana her insanın tutulabilir bir yanı olduğunu gösterdi” diyordu.
Kutuplaşmayı artırdıkça insanların tutulabilir yanlarının tahrip edildiğini bilmek gerekiyor. Bu, ne insani bir davranış biçimi, ne de islami tebliğ yöntemi…
Gönül yapmak mı, gönül yıkmak mı? İşte bütün mesele…