Rodin, “Düşünen Adam” heykelini yaparken neleri hayal ediyordu, bilmiyoruz. Bu çılgın Fransız, Avrupa’nın bugünlerdeki gibi bir açmaza düşeceğini hissetti mi, onu da bilmiyoruz. Belki bütün bir Avrupa toplumunun düşünen adamlara olan ihtiyacını diri tutmaktı maksadı…
Avrupa’da düşünen adam kalmadı diyemeyiz ama onlara kulak veren siyasetçilerin azaldığı da bir gerçek. Hollanda ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde olup bitenlere bakınca “geçmişlerini hiç mi hatırlamıyor bunlar” demekten kendini alamıyor insan. Avusturya çok önceleri vermişti ırkçılık kokan mesajları. Şimdi Fransa’da Le Pen, Hollanda’da Wilders aynı yolda yürüyorlar. Almanya’da ırkçı partiler yükseliyor ama daha önemlisi ırkçı söylemler ve ötekinden nefret duygusu artıyor. Sadece Avrupa’da değil Amerika’da da benzer şeyler oluyor. Trump ve söylemleri, en belirgin örnek…
“Avrupa bir bunalım içinde” diyenlerin, entelektüel krizden bahsedenlerin felsefî mütalaalarına girmek olmaz burada. Görünen bir gerçek var yine de… Avrupalıların demokrasi ile başları pek hoş değil bugünlerde. “Demokrasilerin olmazsa olmaz şartlarından biri” diye anlatmışlardı bize şiddet içermeyen gösteri ve toplantı yapma hakkını… Şimdi Türklerin, üstelik Hollanda kimliği de taşıyan Türklerin bu hakkı engellerle karşı karşıya. Bakanlarımızın da katılacağı toplantılara hangi sebeple olursa olsun mani olunması “demokrasi ve özgürlük, ama yalnız bize” anlayışının bir tezahürü mü acaba?
Hasan Bülent Kahraman, “Kendi kendisini yiyor Avrupa” başlıklı yazısında biraz daha derine iniyor: “Müslümanlık bağlamında İslam’ın görünür hale gelmesi, demokratik planda kendisine ait ‘doğal’ ve pozitif hukuktan kaynaklanan hakları talep etmesi Batı’nın uyuyan ırkçılık devini uyandırmıştır. Kendisini ‘işgal’ tehdidi altında hissetmesine yol açmıştır. / Bu duygunun Avrupa’da zaman zaman yükseldiğini tarihten biliyoruz. Zamanında bu düşman ‘öteki mezhepti’. Sonra ‘öteki etnisiteler’ oldu. Westfalya Anlaşması sonrasında ‘düşman devletler’ oldu. Soğuk Savaş’ta ‘öteki ideoloji’ öne çıktı. Şimdi de ‘İslam ve Müslümanlık’.” Avrupa iki dünya savaşı yaşarken bunlardan ziyade “sen yeteri kadar sömürdün, biraz da ben” diyen anlayışla ortaya çıkan iç çekişmeleri de hatırlamak zorundayız.
Avrupalıların karşılaştıkları her güçlükte demokrasinin bir tarafını budamaya kalkışmalarına en iyi örnek göçmen meselesinde ortaya çıktı. Bize “sizde kalsınlar, masraflar bizden” diyerek işin içinden sıyrılmaya kalktılar. Entegrasyon konusunu da yanlış yola sokmuşlar ve asimilasyonu bize entegrasyon olarak empoze etmeye kalkmışlardı. Bu durum herhangi bir zorlamadan ziyade kendiliğinden kabul görmeyince de uyumsuzluk deyip işin içinden çıkmaya bakmışlardı.
İslam dünyası bütün kabahati Avrupalılara yıkarak işin içinden sıyrılma kolaycılığına sığınmak gibi bir aymazlıktan vaz geçmek zorundadır. Müslüman göçmenlere İslam dünyasının niçin kucak açamadığını, niçin bütün göçmenlerin rotalarını Avrupa’ya çevirdiklerini, belki bundan da önce Suriye’deki ihtilafı niçin Ruslara ve Amerikalılara ihale durumuna geldiğimizi sorgulamak zorundayız. Düşünen adam kıtlığı bizi kaygılandırmıyorsa işimiz zor demektir. İslam dünyası savaşlarla, ihtilaflarla, akan kanla değil ortaya koymak zorunda olduğu her alandaki iyi örneklerle tezahür etmedikçe durumun değişmesini beklemek hayalcilik olur. Hamasetin bizi bir yere götürmeyeceğini anlamak için daha ne kadar kendimizi aldatmamız gerekiyor?
Çoğu kere haklıyken hasız duruma düşmekten nasıl kurtulacağız? Algı yönetimi diye bir şey var. Bunu bir türlü beceremiyoruz. İşte Hollanda örneği… Bakalım sonu nasıl gelecek.
Avrupa Birliği, o devrin âkil adamlarınca geçmişten ders alınarak tesis edilmişti. En azından “artık aramızda kavga etmeyelim, iki dünya savaşı yeter” anlayışını hayata geçirmek gibi bir maksadı vardı. Irkçılık, İslam korkusu, hatta Türk korkusu, “aramızda kavga etmeyelim, işte düşman orada” yaklaşımını çağrıştırıyor. Birliğin çatladığını söylemek kehanet değil artık. “Lordlar Kamarası May’e Brexit için yetki verdi” başlıklı haberde “İngiltere Başbakanı Theresa May’in önünde Brexit için bir engel kalmadı. Lordlar Kamarası May’in İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkış sürecini (Brexit) resmen başlatmasına izin veren tasarıyı onayladı” deniyor.
Eklenmesi gereken bir şey var: Avrupa Birliği’nin insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü genel çerçevesi içine giren prensiplerine ihtiyacımız olduğunu unutmayalım. AB’nin bu prensiplere sadık kalmadığı ortada… Fakat biz bu prensiplerin yazılı haline talip olmaya devam etmek zorundayız. Kuralsızlığın toplumları keyfi idareye ve yanlış yollara sevk ettiğini hatırlamak zorundayız.
Bütün bu sıkıntıları alt etmenin yolu güçlü olmaktan geçiyor. Güçlü olmak için birbirini besleyen ekonomik ve siyasi güce bir arada sahip olmak şart. Ekonomik olarak güçlü olmak için içine kapanık bir ülke olmamak gibi bir mecburiyetimiz var. Bu anlamda Avrupa ile ipleri koparacak söylemlerden ve ucuz sloganlardan uzak durmak gerekiyor.
Avrupa’da olup bitenleri göğüslerken oralarda yaşayan insanlarımızı düşünmeden atılacak adımların yarın başka sıkıntılara yol açabileceğini göz önüne almak için ‘düşünen adam’lara ihtiyacımız var. Aynı şey geri kabul anlaşmasını gözden geçirirken de hatırlanmalı.
‘Düşünen adam’ vurgusu için aslında Rodin’e ihtiyacımız yok. Rehber kitabımızda kim bilir kaç yerde düşünmeye, akletmeye, tefekküre davet var…