Referanduma gidiyoruz. Huzur içinde bir referandumu bize çok görenler olduğu muhakkak. Bu sıralar terör örgütlerinin tuzaklarını boşa çıkarmak için çok dikkatli olmak gerekiyor. Provokasyon ihtimali de yok değil. Özellikle hayır kampanyası yürütenlerin toplantılarını huzuru kaçırmak için kullanmak isteyenlere fırsat vermemek icap ediyor.
Referandum sürecinde, referandum sonrasını düşünerek de dikkatli olmak gerekiyor. Şunu kabul etmeliyiz ki Kürt meselesi Türkiye’nin can yakıcı sorunu olmaya devam ediyor. İlerde bu sorunla uğraşacakların işlerini zorlaştırmayacak bir üsluba olan ihtiyaç sanırım izaha muhtaç değil…
7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra iki polisin haince katledilmeleriyle fiilen sona erdi çözüm süreci… Bütün süreç boyunca Tayyip Erdoğan’ın samimiyetini ve gayretlerini anlayamayan çevrelerde hâlâ bir pişmanlık alameti gözükmüyor. HDP ve ırkçı Kürtlerin, meşru zeminde politika ve çözüm arama fırsatını nasıl teptikleri herkesin malumu…
Görüşmelerin sürdüğü 2015’ten önceki dört beş yıl boyunca psikolojik üstünlüğü tam olarak sağlayamayan hükümet bunun acısını derinden hissetti. Şimdi durum öyle değil. Devlet hem yumruğunun gücünü hissettirdi, hem de psikolojik üstünlüğü ele geçirdi.
Referandum sürecindeki tavır ve konuşmalar yeni bir çözüm sürecinin önünü tıkayıcı mahiyette olmamalı. Kim ne dersin desin bu mesele ülkemizi her yönden yormaya devam edecektir. Sürekli tedirginlik savaştan beterdir. Çözüm arayışına girmek er geç kaçınılmaz hâle gelecektir.
Demokrasilerde partilerin zaman zaman işbirliği içinde olmaları normaldir ve hatta gereklidir. Ak Parti de anayasa değişikliği için MHP ile bir işbirliğine girdi.
Benim dikkat çekmek istediğim nokta sadece referandum açısından söylemlere dikkat edilmesinden ibaret değil. Asıl önemli nokta, referandum sonrası Kürt meselesinin çözümü için arayışlar gündeme gelecek olursa referandum söylemlerinin hükümeti sıkıntıya sokmamasını temin yolunda özen gösterilmesidir.
Nitekim sadece referandum açısından bu konuyu gündeme taşıyan Abdülkadir Selvi ile ona öfkeyle yaklaşan Devlet Bahçeli arasındaki çekişme bile konunun ne kadar hassas yürütülmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Abdülkadir Selvi’nin “Ak Parti açısından ‘MHP iki ucu keskin bıçak’. AK Parti’nin çok önemli bir Kürt seçmeni var. Kürtlere yönelik yeni bir yaklaşım ve dil üzerinde kafa yoruluyor. ” ifadesine Devlet Bahçeli çok kızıyor ve Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu toplantısında “MHP, Kürt kardeşlerimizin karşısında değildir” derken ağır sözler sarf ediyor. Evet, MHP Kürtlerin karşısında değil ama Kürt meselesinin çözümü diye bir kavramın karşısında. Çünkü MHP’ye göre Kürt meselesi diye bir şey yok. Galileo’nin hesabı… Dünya yine de dönüyor… Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Barzani’yi karşılarken Bölgesel Yönetim bayrağının çekilmesine Devlet Bahçeli’nin gösterdiği tepki bile benim ne demek istediğimi açıkça ortaya koyuyor.
Başbakan Binali Yıldırım’ın grup toplantısında bozkurt işareti yapmasını ben anlık bir jest olarak görüyorum. Onun bu konuda bir hayli dikkatli davrandığı kanaatindeyim. Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan da Kürtlere ilişkin söylemlerini gittikçe yumuşatıyor. Çünkü bu meselenin ne kadar önemli olduğunu hepimizden daha iyi bilecek konumda…
Ak Parti’nin Kürtlere ilişkin söylemler konusunda teşkilatlarını uyarması gerekir. Çünkü partililer için en kolay söylem hamasetle dolu olanlardır.
Özellikle bu yazıyı tamamlamadan önce Doğu ve Güneydoğu’yu iyi bilen birkaç kişiyle sohbet ettim. Hem dertliler hem umutlular. Dikkat çektikleri noktalardan birisi demokratikleşmenin önemi… Geçmişte Ak Parti oyları demokratik adımlarla orantılı olarak arttı diye ifade ettiler bunu. Haziran 2015 öncesi PKK’nın şımarıklığına gerekli dersin verilemeyişi hafızalardan silinmemiş. Şimdi PKK’nın sinmiş olmasından memnunlar. Olağanüstü hal yetkilerinin istismar edildiği birçok durum belli ki bölge insanını rahatsız ediyor. Referandum sonrası bunların giderileceğine dair ümitleri var.
Dikkat edilmesini istedikleri bir başka nokta var bölgeyi iyi bilenlerin. FETÖ ile mücadele adı altında bazı görevlilerinin yanlış adımları anlaşılıyor ki kaygıya yol açmış. En önemlisi şu: Bazıları “bütün cemaatler aynı” anlayışıyla hareket ederek sadece FETÖ’cüleri değil diğer yapılanmaları da aynı kazana atmaya başlamışlar. Böylece Cumhurbaşkanımızın tabiriyle “at izi it izine karışmış.” Başka bir kaygı, Olağanüstü Hal yetkileri içinde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerin Ak Partili Kürtlere sanki bir operasyon anlayışı taşıması… 15 Temmuz ihanetinin nasıl bir kaosa yol açtığını her gün yeni örneklerle yaşamak çok acı. Olağanüstü Hal İşlemlerini İnceleme Komisyonunun bir an önce faaliyete geçmesi gerekir ama hala bir ses yok.
Referandum sürecinde ele alınan konulardan biri de idam meselesi. Devlet Bahçeli’nin bu konuyu nasıl kullandığını hepimiz görüyoruz. En iyisi Ak Parti ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hiç topa girmemeleri… Bugün bu konuda verilecek sözlerin referandum sonrası Türkiye’yi yalnızlığa itecek bir çıkmaz sokak olduğunu bilmeyen var mı?
Bir önceki yazıda aşırı kutuplaşmanın getireceği olumsuzlukları ele aldığım için bu yazıda tekrarlamak gerekmiyor. Kutuplaşmanın bu toplumun dayanışma ruhunu yok ettiğini söylemekle yetinelim. Oysa bizim referandumdan sonra da bir arada yaşama mecburiyetimiz var.
Üslup, sadece referandum sürecinde değil referandumdan sonraki süreçte de çok önemli…
Mutedil, gerçekleri arayan yaklaşımlara her zaman ihtiyacımız var.Gerçekler acıtıcı olur çoğunlukla; lakin dilimiz onu insani kılabilir. Siteniz böyle olsun inşallah.
Barışın anahtarı;bütün yurtsal değerlerimizin hilafsız adil,önceki eksiklikleri giderinceye kadar pozitif ayrımcı paylaşılması; özgürlüğün eğitimle eş etkili her bakımdan hakim kılınmasıdır.
Eşdağılımsız üniter yapımız,bunu zamanla,sabırla; düşe kalka başaracakatır.