Ak Parti, olağanüstü bir kongre yaparak Tayyip Erdoğan’ı yeniden ve resmen Genel Başkanlığa getirdi.
Bu değişikliğin Ak Parti’ye ve Türkiye’ye neler getireceğini tartışırken 16 Nisan referandumu ile yapılan Anayasa değişikliklerini göz ardı etmemek lazım.
Cumhurbaşkanımız şimdi olağanüstü yetkilerle donatılmış durumda. Bu durum, Ak Parti açısından hem yeni fırsatlar hem yeni riskler demek oluyor.
Fırsatlar doğurabilir zira yasa çıkarma, icraata geçme, bürokrasiyi tanzim etme ve benzeri hususlarda önünde hiçbir mani yok artık Ak Partinin… Hatta yargı engellemelerinin de olmayacağını var sayabiliriz… HSK ve benzeri yargı organları artık Cumhurbaşkanımızın iradesiyle şekillenecek. Cumhurbaşkanımız bu yetkileri hangi dereceye kadar kullanır bilmiyoruz ama sosyal hayatın tanziminden tutun da ekonomik düzenlemelere kadar pek çok hususta ondan beklentiler artacak. Bunları hakkıyla yerine getiren bir partinin başarılı olması beklenir doğal olarak… Bu kadar çok yetkinin zaman içerisinde getireceği sorunlar olacak mı, bilmiyoruz.
Ancak böylesine geniş yetkilerle donanmış olmanın riskleri de az değil. İster iç sebeplerle ister dış sebeplerle, herhangi bir konudaki ufak bir aksama bile doğrudan Ak Parti’ye fatura edilecek. Demokrasilerde yetkilerin hep bir elde toplanması risklerin de bir kişinin sırtına yüklenmesi demek oluyor. Oysa risklerin dağıtılmış olması hesap verebilirlik adına gayet önemli…
Bütün bunların yanında bir de algı meselesi var. Görünen o ki bu algıyı yönetmekte bundan önce olduğu gibi yine sıkıntılar yaşayacağız. Doğrusu ülkemizin adının otoriter rejime sahip ülkelerle beraber anılması benim için tahammül edilmez bir yük doğuruyor. Sanırım sadece benim için değil… Türkiye’ye yatırım yapmayı, ya da Türkiye ile ticaret yapmayı düşünen her yabancı bu algıdan payını alıyor. Son zamanlarda bu algı sebebiyle yurt dışında kaçırılan fırsatları anlatan anlatana… 15 Temmuz ihanetinin Türkiye’ye verdiği zararlardan biri de bu kalemde ortaya çıkıyor. O sebeple Türkiye bir an önce 15 Temmuz’un psikolojik baskısından kurtulmak zorundadır. Demokrasiye sahip çıkılmış olmasını en temel argümanımız yapmak varken niye başka yollar arayalım ki…
Hukuk devleti olmanın önemini yurt dışında faaliyette bulunan iş adamlarımıza sormak gerekiyor. Hukuken öngörülebilir ülke olmaksızın ne yatırım almak mümkün ne de ticareti geliştirmek… İhracatımızın yerinde sayıyor olmasında bu faktörü, en azından bu konudaki algıyı ihmal etmemek gerekiyor. Olağanüstü halin gerektirdiği işleri bir an önce yapıp bizi çok yıpratan bu uygulamadan vaz geçsek diyorum…
Yazılarımda sık sık vurguluyorum. FETÖ ile mücadele hayati bir konudur. Ancak 15 Temmuz travmasının bizi esir almasına izin vermemeliyiz. Bir an önce bu psikolojiden sıyrılmalıyız. Cumhurbaşkanımızın dediği gibi “at izi it izine karışıyor.” Bunu safiyane yapanlar olduğu gibi bilerek ve isteyerek Ak Parti’nin ve Hükümetin altını oymak gayesiyle yapanlar da çok. Hangi toplulukla bir araya gelseniz bir mağduriyet hikâyesi dinlemek zorunda kalıyorsunuz. FETÖ’cü ithamına maruz kalmak korkusu başta hâkim ve savcılar bütün bürokrasinin hukuku ayaklar altına almasına yol açıyor. Adalet mekanizmamız şu anda içler acısı bir hal arz ediyor. Hâkim ve savcıların terfi ve tayinlerinin verdikleri kararların isabetiyle doğru orantılı olması hukukun adil işlemesi bakımından kaçınılmazdır. Hukukun ayaklar atına alındığı uygulamaların yeni HSK ile sona ermesini ümit etmekten başka şu anda elden gelen bir şey yok…
‘Adalet ve siyaset dairesi’
Bu aralar hukuk ve adalet kavramları zihnimde dört dönerken ilginç bir törene tesadüf ettim.
Televizyonda İbn Haldun Üniversitesinin açılış törenini izliyordum.
Rektör Prof. Dr. Recep Şentürk’ü dinledim. Bir ara baktım, beş eseri varmış Recep Hocanın benim kitaplığımda. İddialıydı Recep Hoca: Ülkemizin dış dünyaya açık olması gerektiğini ısrarla vurgulayıp “fikir âleminde alan el değil veren el olacağız” dedi.
Raşid Gannuşi de davetliydi bu törene. Tunus, İbn Haldun’un memleketiydi ve Raşid Gannuşi de oradan gelmişti. Bu özlü konuşmadan adalete ilişkin şu cümleleri aktarayım: “İbn Haldun bir şeyin farkına vardı. Yönetici adil olduğu müddetçe toplumda ekonomi canlanmakta ve alınan vergilerin oranı da düşmekteydi. Bu ilişki artı ve eksi olarak birbiriyle bağlantılıydı.” Bundan dört yıl kadar önce Tunus’ta sohbet imkânı bulduğum bu bilge adamı yeniden dinlemek için televizyona mıhlandım kaldım.
Daha sonra Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan konuştu. Tören sonunda Tayyip Beye İbn Haldun’un “Siyaset Dairesi” adlı, devletin devamlılığını sağlayan umdelerin gösterildiği şema hediye ediliyordu. Takdimi yapan Prof. Dr. Recep Şentürk şöyle dedi: “İbn Haldun, yaygın olarak piramit şeklinde tasvir edilen devlet anlayışına alternatif olarak devleti daire şeklinde çizmiştir. Burada eşitlikçi, kuvvetler dengesine yer veren bir devlet anlayışı bulunmaktadır. Bizim İslam devleti anlayışımızın temelini bu düşünce teşkil etmektedir. Teşekkür ediyoruz. İnşaallah bundan sonraki uygulamalarınızda ışık tutmasını arz ediyoruz.” Bu şemayı “Adalet ve Siyaset Dairesi” olarak da zikredenler vardır. Kınalızade’nin de yorumladığı sekiz parçalı bu dairenin hukukla doğrudan ilgili üç maddesi şöyle diyor.
“Devletin nâzımı şeriattır” ya da “Devletin nizamını kuracak olan hukuktur.”
“Adldir mûcib-i salâh-ı cihân” ya da “Dünya barışının temelini adalet oluşturur.”
“Ra’iyeti kul ider pâdişâh-ı âleme adl” ya da “Halkın birliği ve huzuru ancak adaletle sağlanır.”
Ak Parti başarıyı kuruluş iradesine bağlı kalarak yakalayabilir.
Necip Fazıl Kısakürek 34 yıl önce 24 Mayıs’ta vefat etmişti. “Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey…” diyordu rahmetli Üstad. Ona ve “her şeyi tutan bir şey” peşinde koşanlara selam olsun…