21 Mayıs, Ak Partide yeni bir dönemin başlangıcı olacak gibi duruyor.
Şu sıralar daha çok Erdoğan-Trump görüşmesi gündemi işgal ediyor. Bu görüşmede iki tarafın da işi idare ettiğini anlıyoruz. Cunhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın görüşmeye ilişkin ifadeleri, Türkiye’nin YPG konusundaki taleplerinin tam yerine gelmediğini gösteriyor:
“Ekonomi, ticaret ve savunma alanlarında atılacak adımlar değerlendirilmiştir. PKK ve DAEŞ başta olmak üzere terör örgütleriyle mücadele masaya yatırılırken, FETÖ terör örgütüne yönelik atılabilecek adımlar görüşülmüştür. Temaslar sırasında Suriye ve Irak’ta yaşanan gelişmeler kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Başkan Trump’a söyledikleri içinde sitemkâr bir edayı hissetmemek mümkün değil:
“YPG/PYD terör örgütünün hangi ülke tarafından olursa olsun muhatap olarak alınması bu konuda küresel düzeyde varılan mutabakata kesinlikle uygun değildir.”
Aynı havayı FETÖ için de hissediyoruz. Neticede bu görüşme “gözümüzü ileriye çevirelim” anlayışının bir yansıması olarak mütalaa edilebilir. Nokta mesabesinde değil, virgül mesabesinde bir görüşme denirken de kastedilen bu olsa gerek. Suriye’de başımız ağrıyacak, bu belli.
Erdoğan-Trump görüşmesi gündemde daha fazla yer işgal edebilirdi ama Ak Parti olağanüstü kongresi var. Bu yeni döneme hazırlanırken Ak Parti internet sitesine girip, Parti kurulurken hazırlanan ve kamuoyunda o günlerde bir hayli takdir toplayan Parti Programını bir kere daha okudum. Aradan geçen 15 yılda Ak Parti’nin neleri başardığını, hangi noktalarda hedefe henüz varamadığını düşündüm.
Bu 15 yılda çok önemli başarılara imza attı Ak Parti. Parti programında da zikredilen bu hususlar saymakla bitmez. Siz saydığımı kabul edin. Bana göre en önemlisi, insanımızın kendine olan güveninin yeniden tesis edilmiş olmasıdır.
Bazı hususlar var ki bunları ya tam yerine getiremedi Ak Parti ya da bazısında geri adımlar atıldı endişesi doğurdu. Mesela güven kaybı…
Nitekim Başbakan Yıldırım, 21 Mayıs sonrasını kastederek şöyle diyor: “Bu yeni atılım dönemi demokrasi, değişim, gelişim üçgeninin kurulduğu yılların habercisidir.”
Belli ki Başbakan bu noktalarda tatmin olmuş değil. Parti Programının Giriş Bölümünde çağdaş demokratik değerlere vurgu var:
“Partimiz, /…/ ideolojik platformlarda değil, çağdaş demokratik değerler platformunda siyaset yapmayı benimseyen bir partidir.”
“Evrensel ölçülerde hak ve özgürlüklere dayalı bir anlayışı tüm alanlara yaymak” da önemli bulunmuş o sıralar… Şimdilerde 15 Temmuz travmasının etkisiyle olsa gerek bu umdelerde sıkıntılar yaşıyoruz. Oysa 15 Temmuz ihanetinin esiri haline düşecek uygulamalardan bir an önce kurtulmamız gerekiyor. Evet, ağır bir travmaydı ama Türkiye ve Ak Parti, hukuku zedelemeden bu ağır travmanın altından kalkacak kadar güçlüdür. Yalnız ben değil Ak Parti içinde bulunmuş pek çok imse FETÖ ile mücadeledeki bazı yöntemlerin Ak Parti’ye zarar verdiğini haykırıp duruyor.
Şahsen ben de Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın “acırsanız, acınacak hale düşersiniz” sözüne katılıyorum. Fakat bu sözü “önüne geleni içeri tık” şeklinde uygulayan anlayışın yanlışlığı da ortada değil mi? Üstelik tutuksuz yargılama esas olması gerekirken iddianame hazırlamakta bile zorluk çeken savcıların tutukluluk süresini bir nevi cezalandırma yöntemi olarak kullanması hukukun neresiyle bağdaşır? Bugünün yarını da var. Eğer Türkiye uluslararası kurumlarla münasebetini devam ettirecekse yarın bu hukuk skandallarını yüzümüze vuracaklara karşı niye mahcup duruma düşelim ki?
Ak Parti Programı “Gelir dağılımındaki uçurumu ortadan kaldıracak, böylece tüm halkımızın refah seviyesini yükseltecek” bir anlayış vâdediyordu. Oysa TUİK verileri böyle söylemiyor: “Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan ve sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1’e yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade eden Gini katsayısı, 2015’te bir önceki yıla göre 0,006 puan artışla 0,397 olarak tahmin edildi.” 15 yıl içinde bu katsayının düzelme yolunda olması gerekmez miydi?
“Yolsuzluk Algı Endeksi” sıralamasındaki yerimizin gittikçe kötüye gitmesini hangimiz içimiz titremeden kabul edebiliriz? Ahlaki bir yeniden dirilişe ihtiyacımız var. Unutmayalım, yolsuzluk kamudaki uygulamalarla giriyor gündemimize.
Eğitim konusuna hiç girmek istemiyorum. Baştan sona ne yapacağına, eğitimi nasıl düzenleyeceğine bir türlü karar verememiş bir ülke manzarası var. Karar’dan Turgay Polat’ın yazdıklarına göz atalım:
“Önce OKS’yi kaldırıp yerine 3 basamaklı SBS’yi getirdik, aynı bakanlık sadece 1 yıl sonra SBS’yi teke indirdi, yine aynı bakanlık 2 yıl sonra SBS’yi kaldırıp bana göre sıkıntılı TEOG diye bir sistem getirdi, çok basitçe tek sınavla hallettiğimiz lise yerleştirmeyi içinden çıkılmaz hale soktuk./…/Bitmedi, bütün liseleri sınavla girilen okullar haline getirdik, mahalle liselerini Anadolu Lisesi yaptık, çocuklar okullara sığmadı kaos yaşandı.”
Üniversitelerin acıklı halini anlatmaya bu sütun kâfi değil. Sadece suskunluklarını zikretmekle yetineyim.
Dış dünyada çok iyi bir Türkiye algısı vardı. Bunu kaybediyoruz galiba… Vaziyeti kavramak için yapılması gereken ilk şey “Türkiye düşmanları” söyleminden vazgeçmek olmalı… Şimdi Türkiye düşmanları diye anılan bazı ülkeler 28 Şubat sonrası kızlarımıza üniversitelerinin kapılarını sonuna kadar açmamışlar mıydı? Mevlüt Çavuşoğlu’nu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisine başkan seçen Avrupa ülkeleri değil miydi? Bazı işleri başaramayınca kendini temize çıkarmak için suçlu arayanlar ancak acizlerdir. AB, Türkiye’nin bir hukuk devleti olmasını kolaylaştıran en önemli unsurdu. Vazgeçersek yazık olur.
Ak Parti Programından bir alıntı daha yapalım.
“Partimiz bütün vatandaşlarımızın özgür haber alma ve düşüncelerini yansıtma hakkını esas kabul eder. Çağımız demokrasilerinin vazgeçilmez koşullarından biri özgür medyanın varlığıdır. Başta anayasa olmak üzere medyaya ilişkin tüm yasal çerçeve ele alınarak, medyanın ifade özgürlüğüne getirilen ve demokratik toplum düzeninin gerekleri ile bağdaşmayan yasak ve cezalar kaldırılacaktır. Yazılı ve görsel medyanın özgürlükleri, titizlikle korunacak ve tekelleşmeye fırsat tanınmayacaktır.”
Ak Parti’nin bu yolda çok gayretleri oldu. İyi bir noktaya doğru da gidiyorduk. Fakat olmadı. Şimdi en çok eleştirildiğimiz hususlardan birisi medya özgürlüğü. 15 Temmuz, olağanüstü hal, FETÖ gibi kısmen haklı bahanelerimiz olsa da Türkiye’nin en çok yıprandığı konuların başında medya özgürlüğü geliyor. “Türkiye’de ne çok resmi gazete var” söylemini siz de sık duyar oldunuz mu?
Kuşkusuz Ak Parti’nin yeni dönemde Türkiye’nin en büyük sorununa da el atması beklenecek. Kürt sorununa…
Sorunların farkında olmak çözüm için atılacak adımların makul bir düzlemde yer almasını sağlayacaktır.
Çok şeyi başardı Ak Parti, ben daha da çoğunu istiyorum.
Ak Parti Olağanüstü Kongresinin hayırlara vesile olmasını dileyelim.
Tanım, çözümün yarısı mı, başlangıcı mı, çözümün kendisi mi ; yoksa, tanımın sürüp çözümün gerçekleşmemesi, tanımın kendi katmanlarındaki türlerine mi işaret ediyor?
Özetle, “tanım” deyip geçmemek, “tamam” dememek gerek. Tanımın içeriklerine inildiğinde, çözüm yollarının hangisinin çıkmaz ya da açar olduğu görülecektir.