Oruçlu günlerin sonuna geldik sayılır. Bayram geliyor… Bayram geliyor da acaba bayrama nasıl giriyoruz? İyimser duygular mı hâkim sizde kötümser duygular mı? Aslında kötümser duygular demek gelmiyor içimden. Onun için başlıktaki soruyu tercih ediyorum. İsterseniz soruyu farklı bir açıdan yeniden düşünelim. Toplum olarak bayramı hak ettik mi? Oruca saygısı olan herkesin fert fert bayramı hak edip etmediğini konuşmuyoruz. Onlar hakkıyla bayram yapabilirler elbette.
Oruçlu günlerdeki yazılarımı üzerinde düşünmemiz gereken sorunlara ayırmaya gayret ettim. Bir muhasebeye olan ihtiyaca dikkat çekmeye çalıştım. Kimi zaman iyimser duygularım ağır bastı, kimi zaman bu duyguyu kaybeder gibi oldum…
İyimser duygularım Yahya Kemal’den pek öteye gitmedi. Hani Hazret “Atik Valde’den İnen Sokakta” nam şiirinde oruçsuz haline hayıflanarak kendine bir teselli noktası bulur ya… İşte benimki de o kadar. Yahya Kemal’in o mısralarını hatırlayalım isterseniz:
“…
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.
Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime;
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mademki böyle duygularım kaldı, çok şükür.”
İyimser duygularımın zayıflığı daha çok gençlerin içinde bulunduğu halden neşet ediyor. Üniversiteli gençler arasında yapılan araştırmalar gidişatın hiç de iyi olmadığına dair işaretler taşıyor. En azından çalıştığım üniversitede benim böyle bir müşahedem var. Ak Parti çevrelerinin de bu konuyu sık sık dile getirdikleri bilinmeyen bir husus değil… Toplum olarak neye prim veriyorsak onlar öne çıkıyor. Televizyonlarda, medyada bunlar değerli görülüyor. Mahmut Erol Kılıç da bunu haykırmış bir yazısında. İçiniz elveriyorsa okuyun. Fehmi Koru da Mahmut Erol Kılıç’ı da zikrettiği bir yazıyla benzer konuda seslenmiş okuyucularına.
Fert fert iyi olmak Allah katında sorumluluğumuzun bitmesi demek değil. Ramazan vesilesiyle Kur’an’la daha çok iç içe olduk. Okuduk, dinledik, meallere baktık, tefsir kitaplarını karıştırdık, televizyonlarda menkıbe ve hikâyelerden kalan vakitte Kur’an’dan bahseden hocalara kulak verdik.
Ben bu aralar Kur’an’da bir şeye dikkat ettim. Allah Kitabında felakete uğrayan kişilerden değil, toplumlardan bahsediyor. Peygamberleri toplumlara gönderdiğini söylüyor. Emirlerinin bir kısmı doğrudan toplumları muhatap alıyor. Mesela faizi hem kişilere hem toplumlara yasaklıyor. Namazı kılın derken bir arada bulunmanın önemini de hatırlatıyor bize.
Bu mesajlar, bize fert fert içinde bulunduğumuz toplumun hali ile ilgili sorumluluklar mı yüklüyor acaba? Nasıl yerine getireceğiz bu sorumluluğu? Siyasi faaliyetle mi, entelektüel gayretlerle mi, dernekçilikle mi, cemaatçilikle mi, ilmi araştırmalara öncelik vererek mi, nasıl? Yoksa çok para kazanarak ihtişamlı sofralarda hacıları hocaları ağırlayıp onların duasıyla bir tatmin noktası yakaladığını sanarak mı, otoriter bir rejim kurup her şeyi emir kumandaya bağlayarak mı? Helal haram kavramlarını yeniden düşünerek mi, hak hukuk derken içini boşalttığımız kavramlara yeni anlamlar yükleyerek mi, nasıl? Eğitim sistemine bir kere daha el atarak mı? Görüyorsunuz işte ‘üst üste sorular soru içinde.’
Benim de dâhil olduğum bir mesaj grubu var. Buraya bir arkadaşım zaman zaman Kur’an’dan âyet mealleri gönderir. Maksadı bizi düşünmeye sevk etmek. Yakınlarda Fussilet Suresinden bir âyetin mealini yazdı: “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘kuşkusuz ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?”
Allah’a çağırmak sadece sözle olmaz herhalde. Hayatın her alanına hitap eden müşahhas güzel örnekler olmadan nasıl kabul ettirelim çağrımızı… “Salih amel” kavramına da günümüz şartları içerisinde yeni anlamlar kazandırmamız gerektiğini söylemek zorundayız. İlhami Güler, “İslami Analiz” adlı sitede yayınlanan ‘Vicdansız Dindarlık’ Olarak Güncel Müslümanlık başlıklı yazısında salih amel kavramının nasıl istismar edildiğini de anlatıyor. “Ka’be, ayağınızın altında” gibi bir duyarsızlık örneği de bu yazının içinde ele alınıyor. Fakat İlhami Güler’in “Emlak Rantiyeciliği Politikası veya Kendi Etini Yemek” başlıklı yakınlarda çıkan yazısı bizi daha çetin sorulara cevap vermeye çağırıyor.
Ramazan bitiyor, bizim sorumluluklarımız bitmiyor. Bütün bir ramazanı kendi başına ibadet ederek, zikrederek, tevhidler çekerek, birbirinden habersiz cami cemaatine katılıp teravihler kılarak geçirenlere ne mutlu… Onlara gıpta ettiğimi söylemeliyim. Fakat bütün bu ibadetleri kendi hanesinde alacak, Allah’ın hanesinde borç gibi telakki eden bir tutumla yetinebilir miyiz? Sorumluluğumuz biter mi?
Ben iyimser duygularımı öne çıkarmak istiyorum ama olaylar bırakmıyor ki… Üstelik süren yangınlar yetmiyormuş gibi İslam coğrafyasını yeni yangın felaketlerinin içine sürükleyecek gelişmeler oluyor. Katar meselesi bir örnek. Yılanın başını küçükken ezmek diyerek yola çıkmış Suud-Amerikan ortaklığı… Katar’ın başına gelen bu… Suudilerin sultası altına girmeyi kabul etmeyen ve direnen sen misin… Sen misin fikir hareketlerine müsamaha eden… Sen misin demokrasi falan gibi tehlikeli fikirlere sahip Müslüman Kardeşlere kucak açan… Sen misin El-Cezire gibi bir kanalda kendi başına iş tutan… Bu tür faaliyetler hem Suudiler için hem Amerika için tehlikeli. Bu gidişin sonu kısa vadede bir demokrasi olmasa bile denetim, şeffaflık, hesap sorma gibi riskli hususlar içeriyor. Aslında Katar’da olup biten, sadece göründüğü kadarıyla değil. İbrahim Kiraz’ın “Katar’ı hedef yapan dış politikası değil” başlıklı yazısı bu hususları içeriyor.
Halkı Müslüman ülkelerin içinde bulunduğu durum ortadayken nasıl iyimser olacağımı biri anlatsa ya bana…
İyimser olmak için kendimi zorluyorum, kendi kendime ‘denizler durulmaz dalgalanmadan’ diye mırıldanıyorum. Hemen, iyimser duygularım baskın hale gelsin diye 15 Temmuz’da tanklara direnen gençleri aklıma getiriyor ve Şeyh Galip gibi sesleniyorum: “Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihanındır”. Fakat dediğim gibi benimki biraz zorlama…
Toplumsal duyarlılığı artırmamız gerekiyor. Siyasilere yol gösteren ve onları zorlayan bir toplumsal bakışa çok ihtiyacımız var…
Bayramınızı tebrik ediyorum ama toplum olarak bayramı ne kadar hak ettiğimizi düşünelim diyorum.