Bir önceki yazıda Suudilerle Amerika arasındaki 350 milyar dolarlık silah anlaşması için “bu karanlık alış veriş” ifadesini kullanmıştım. Henüz Katar meselesi patlak vermemişti. Suudilerle beraber birkaç ülkenin daha güdümlü hareketiyle ortaya çıkan Katar meselesi, bu karanlık tablonun ne kadarını aydınlattı, bilmiyoruz. Şu anda ortalığın belki de bilinçli olarak hâsıl edilen bilgi kirliliğinin izlerini taşıdığını görmek için uzman olmaya gerek yok. “Katar’da ne oluyor ve niçin oluyor” sorusuna aranan cevapların nasıl bir çeşitlilik gösterdiğini, nasıl bir şaşkınlık göstergesi haline geldiğini izlemek durumunda kalıyoruz. Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan bile Büyükelçilerle iftar programındaki konuşmasında “burada farklı bir oyun oynanıyor, bu oyunun arkasında kimler var, şu anda henüz onu tespit edebilmiş değiliz” diyor. Oyunun arkasında kimlerin olduğunu tespit edemesek de oyunu tespit etmiş olsak bari… Tavla oyununa benzetelim, bu oyunun kaç elden ibaret olduğunu merak etmemek mümkün mü? Hangi oyun neleri kapsıyor? Arap aleminde Osmanlı’nın yaşadıklarını bir kere daha mı göreceğiz yoksa!..
Türkiye açısından sorulması gereken bir soru daha var: Katar meselesini zuhur edince mi öğrendik, yoksa önceden bir takım alâmetler var mıydı? Krizi öngörüp bir takım hazırlıklara giriştik mi? Oyunun bundan sonraki safhalarıyla ilgili bir öngörümüz var mı?
İslâm dünyası bu dağınıklık içinde bundan sonra da katar katar Katar krizleri yaşayacak gibi duruyor. Bu sözüme “ortada İslâm dünyası var mı ki…” diye itiraz edecekler olduğunu da biliyorum. Halkı Müslüman ülkeler diyelim isterseniz. Değişen bir şey yok.
İslâm dünyası demokrasi, hukuk devleti, yönetim, toplum hayatı, ekonomik faaliyetler ve benzeri alanlarda ortaya iyi örnekler koymadan bu tür acılardan ve aşağılayıcı tavırlardan kurtulamaz. İyi örneklere sahip olmanın bir yolu İslâm’ı bilmekten geçiyor, görsel dindarlıktan değil.
Bu noktada İslâm’a inanmakla İslâm’ı bilmek arasında bir fark olduğunu ısrarla vurgulamak zorundayız. Ali Bardakoğlu da “Müslümanlığımızla Yüzleşme” adlı kitabında bu konuya temas ediyor. Şu satırlar o kitaptan: “Artık müslümanlar için doğruluğuna inanılmakla yetinilen değil, yaşatılan, tecrübe edilen, geliştirilen ve hayatımızla iç içe olan bir bilgi gereklidir”, s.52. Ali Bardakoğlu “İslâm’ın bu yüzyılda nasıl anlaşılması gerektiğine dair bir öncü çaba” arayışını da vurgulamış. Geçmiş İslam toplumlarının yaşadıkları dönemin problemlerine buldukları çözümleri içeren dini bilginin bugün işe yaramayacağını ve yenilerinin üretilmesi gerektiğini zaten sık sık vurguluyor Ali Bardakoğlu.
İslâm’ın hayata doğrudan dokunan alanlarda nasıl uygulanacağına dair tembelliğimize çarpıcı bir örnek var. Faiz meselesi… Cumhurbaşkanımız da haklı olarak faizden şikâyet ediyor. TOBB Genel Kurulunda yaptığı konuşmayı Cumhurbaşkanlığının internet sitesinden okuyalım:
“Yüksek faizi bir sömürü aracı olarak gördüğünü ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Burada kar amaçlı bir faiz mantığı yok, sömürü aracı olarak bir faiz mantığı var. ‘Ben kredi faizini uygun şartlarda vereyim de ülkem de kazansın ben de kazanayım.’ anlayışı yok. Hatta bakıyorsunuz o karınca yazısıyla sözleşmeler var ya… Tabii o krediye mahkûm olan girişimci ne yapıyor, altına imza atıyor. İçinde ne var ne yok, bundan haberi var mı? Yok. Geri çağırma olduğu zaman eli mahkûm, elinde ne var ne yok onu da vermek durumunda kalıyor. Bu anlayış tabii ki adil bir anlayış değil ama bunun çözülmesi şart, Allah’ın izniyle bunu da çözeceğiz. Takdir edersiniz ki her şey tabii bir anda olmuyor ama çözeceğiz. Kararlılığımız var en azından” şeklinde konuştu.”
Cumhurbaşkanımızın faiz meselesine nasıl bir çözüm düşündüğünü bilmiyorum, faizi kâr amaçlı, sömürü amaçlı diye tefrik etmenin ölçüsü nedir, bunu da bilmiyorum. Asıl üzerinde durmak istediğim nokta şu: Mademki faiz inancımıza göre haramdır, azı da çoğu da birdir, o halde ekonomide faizin fonksiyonunu yerine getirecek mekanizmaları tesis etmek gerekmez mi? İşte tembelliğimiz bu noktada tezahür ediyor. Kaç tane bu işleri araştıralım diye enstitü kurduk, kaç araştırma merkezini faaliyete geçirdik… Şimdiye kadar bu konularda en azından benim bildiğim çok sayıda sempozyum ve toplantı yapıldı, niye sonuç alınamadı? Uygulamaya neden geçilemedi? Yoksa faizsiz ekonomi dönmez diye bir ön kabulümüz mü var? Mesela MÜSİAD benzeri sivil toplum kuruluşlarımız böyle bir arayış içine girdiler de çaresiz mi kaldılar?
Faize bulaşmak istemediği için ve sermaye terakümü de yetersiz olduğu için işini büyütemeyen ne çok müteşebbis biliyorum. Faizsiz kredileşme mekanizmasını bu insanlar oluşturacak değil ki… Sanırım Ali Bardakoğlu’nun dini bilgiyi yeniden üretmek derken kastettiği bu tür sorunlardır. Katılım bankacılığını faizsiz kredileşmeyi temin eden bir yapı olarak görmenin imkânsızlığını da unutmuş değilim. Hayrettin Karaman’ın son dönemlerde Ziraat Katılım’daki görevinin de etkisiyle bazı yeni gayretler içerisinde olduğunu yazılarından öğreniyoruz.
Ben faizi örnek olarak verdim ama daha pek çok alanda çalışılması gerektiği gayet açık. Mesela yönetim, mesela hukuk devleti, mesela eğitim… Uzatmayalım, yeni bir medeniyet iddiasını bu halimizle çok hayali bulurum. Yine de her medeniyetin orijinal müesseseleriyle var olabildiğini aklımızdan çıkarmasak demekten kendimi alamıyorum.
Hakkaniyet adına bir hususu yazmak zorundayım. Refah Partisinin adil düzen söylemi bu tür kaygıların eseriydi. Rahmetli Erbakan’dan başka buna inanan da pek olmamıştı. Onun da esası İzmir’deki Akevler bünyesinde yapılan çalışmalara dayanıyordu. Erbakan bile ortaya konulan projeyi kısmen anlatıyordu. Akevlerdeki çalışmalar tam da benim yukarda işaret ettiğim amaçlarla yürütülüyordu. Üstelik mesele sadece faiz meselesi olarak değil yeni bir düzen nasıl tesis edilir, bunu Kur’an’ı esas alarak nasıl şekillendirebiliriz düşüncesiyle ele alınıyordu. Bazı uygulamalar da yapıldı. Başarılı olan noktalar da vardı, hayali bulunan noktalar da. Yapılan çalışmalar kitaplar haline de getirildi. Onlardan biri “Alternatif faizsiz banka-selem ve kredileşme” adını taşıyor. Ancak bu çalışmaların daha uygulanabilir, anlaşılır ve estetik bir yapıya bürünmüş haline ihtiyaç olduğunu söylemem gerekiyor. Yaşı 90’a yaklaşan Süleyman Karagülle, bu konularda hala çalışmaya ve yazmaya devam ediyor. Son yazılarından biri ‘Faizsiz Ekonomi’ adıyla ocakmedya.com sitesinde yayınlandı.
İslam’a inanıyorsak ve onun hayatın bütününe hitap ettiğine dair bir şüphemiz yoksa çok çalışmak ve toplum olarak kendimizi hesaba çekmek zorundayız. İnanmak yetmiyor, bilmek gerekiyor. Ne gerekiyorsa yapmalıyız.
Şimdi size bir soru: “Ne yapmak gerektiğini nasıl tayin edeceğiz?”
Oruç ikliminde şu duaya çok ihtiyacımız var: “Allah’ım, bizi doğru yola ilet.”