Günlük siyasete dair yazacak çok şey var. Katar krizi mi dersiniz, bu kriz içinde teröre destek vermekle suçladığı Katar’a milyarlarca dolarlık savaş uçağı satmaya karar veren Amerika’nın ve onu almayı kabul eden Katar’ın tutumu mu dersiniz, konu çok. Ya da Enis Berberoğlu’nun 25 yıla mahkûm edilmesi ve adalet aramak için yollara düşen Kılıçdaroğlu mu dersiniz… Gelin biz şu oruç ikliminde daha esaslı bir soruna dikkat çekelim.
Allah ile aramızdaki sözleşmeye ne kadar sadık kalıyoruz acaba? Elest bezminde verdiğimiz sözden bahsediyorum. Hazır Ramazan ayı gelmişken bu soruyu hatırlamanın zamanıdır diye geçiyor aklımdan. Sadece aç kalarak geçiremeyiz bu mübarek günleri. Bakacağımız başka noktalar da olsa gerek…
Allah ile sözleşmenin iki muhatabı var. Biri teker teker her fert. Diğeri toplum.
Allah’ın insanlara ne kadar merhametle muamele ettiğini namaz ibadetine bakarak anlıyoruz. İnsanlar elest bezminde verdiği sözü unutur belki diyerek her gün beş kere sözleşme yenilemeye davet ediyor Yaratan bizi. Teker teker her birimiz bu sözleşmenin muhatabıyız. Ayrıca içinde yaşadığımız toplum da bu sözleşmeye taraf. Hocalardan dinlediğim ve okuduğum kadarıyla Kur’an’daki ‘namazı kılın’ emri teker teker fertleri muhatap almakla kalmıyor toplumu da içeriyor. O halde bu emrin muhtevasına da yeniden bakmak gerekiyor. Bu emir bugün yaptığımız gibi sadece ‘camide toplanın, namazı beraber kılın ve dağılın’ manasına gelmiyor herhalde. O halde namazın bu tarafı üzerinde düşünsek mi acaba? Hz. Peygamberin uygulamalarına bir daha baksak mı? Belki bu emir içerisinde toplumun nasıl teşkilatlanacağına dair de bir takım ipuçları vardır. ‘Ey yeşil sarıklı ulu hocalar’, ey sarıksızlar, siz bunları çalıştınız da ben mi görmedim? Üstad Necip Fazıl’ı hatırlamadan olmuyor işte: “Çıkamaz meydanlara;/ Camide mahpus iman!”
Bu oruç ayının bizi zekâtın toplumsal tarafı üzerinde de düşünmeye sevk etmesini temenni etmek istiyorum. Denetlenmeyen, hesap vermeyen ve şeffaf olmayan bir takım sivil toplum kuruluşlarına zekâtı havale etmenin doğru olmadığını düşünüyorum ben. Nitekim FETÖ belası bunu bize açıkça gösterdi. Hangi sivil toplum kuruluşu, topladığı bağışın ne kadarını nerelere dağıtıyor, ne kadarını genel hizmetlere ayırıyor, hiç değilse yüzde olarak, bilen var mı? Hepsinin koca koca internet sayfaları var, fakat bu hususlara dokunan neredeyse yok. Çok açık seçik olmamakla beraber bunu kaygı edinen İHH’yı zikredeyim ben yine de…
Zekât toplumsal bir ibadet… Bende biriken servette toplumun bir hakkı var. Acaba toplumun hakkı derken sadece fakirleri mi anlamalıyız? Yoksa bu kapsam içinde başka unsurlar da olabilir mi? Diyelim zekâtın toplumsal veçhesini araştırmak üzere kurulmuş bir enstitüye zekât hak mıdır? Hak ise bile bu nasıl tanzim edilecek? Tevbe Sûresi’nin 60’ıncı âyetini nasıl yorumlayacağız?
Şimdi Ramazan umresi zamanı… Sonra Hac zamanı geliyor. Peki, İslam Dünyasına kumpas kurmakla meşgul Suudilere hiçbir şey demeyecek miyiz Hac sırasında? Hac işi sadece Suudilere bırakılacak kadar küçük bir mesele midir? Değil, değil ama bu işe müdahale edebilmek için önce İslam Dünyasının kendi içinde derlenip toparlanması gerekiyor. Eh, şu sıralar böyle bir ihtimal hayli uzak gözüktüğüne göre bu zillete katlanmaktan başka çare yok gibi…
Hac ibadetine gerçek manasını kazandırmak da kim bilir ne zamanlara ve kimlere kalacak… Bende biriken bilginin diğer insanlara aktarılması ve insanlığın yararına sunulması gerekir. Hac ibadetinin ruhunda bu var. Haccı Müslümanlar arası bir kongre hüviyetine sokmadan bu ibadetin hakkını verdiğimiz söylenemez. Bu manalara ne kadar uzak ya da ne kadar yakın olduğumuz ayrı bir tartışma konusudur. Belki üstünde en çok çalışmamız ve düzenleme yapmamız gereken can yakıcı sorunlardır bunlar.
Bizim kültürümüzde Allah rızasının ne kadar önemli bir yeri olduğu malum… Allah rızasını elde etmenin bir yolu içinde yaşadığımız toplumun sorunlarına el atmak olsa gerek. Onun için yukardaki sorunlarla uğraşmak hepimiz için Allah rızasını elde etmenin bir yolu olduğu kadar bir mutluluk kaynağı da olabilir. Şükran duygularımızı “Allah razı olsun” diye ifade etmek hepimizin başvurduğu bir söylem değil mi? Yunus Emre “bana cennet değil, sen gereksin” diyor: “Cennet cennet dedikleri,/ Birkaç köşkle birkaç huri,/ İsteyene ver sen anı,/ Bana seni gerek seni.”
Bu mübarek ayda sözden çok duaya ihtiyacımız var gibi geliyor bana. Benim yukarda söylediğim hususları da silin isterseniz hafızanızdan… Gelin Sezai Karakoç’un iki duasına biz de âmin diyelim.
Fecir Devleti’nden:
“…/ Işık tut Rabbim/ Büyük ışığını esirgeme bizden/ Koruyan acımana/ Güzeller güzeli adlarına/ Sığınan bu erlere/ Işık tut Rabbim/ Kur’an’ın aydınlığını yay gönlümüze/ Peygamber duasını eş et bize/ …/ Yırtılsın inkârın zarı/ Reddin seddi yıkılsın/ İnancın fecri doğsun/ Ağsın sabah yıldızı gibi ufkumuza/ Batı ve Doğu bütün anlamıyla/ Geçmiş ve gelecek bütün anlamıyla/ Açılsın önümüze bir kitap gibi/ Yeşeren ağaçlar eğilsin üstümüze/ Damarlarımız canlansın eski ruhun dirimiyle/ …”
Bir dua da Gül Muştusu’ndan:
“…/ Yetiş ayağının tozu olduğumuz Peygamber/ Yetiş her zaman diri olan varlığınla/ Yetiş yak lambamızı/ Yetiş aydınlat karanlığımızı/ Yetiş yeşillendir çöllerimizi/ Yetiş dirilt insanımızı/ Seni sevenin ismiyle yetiş bize/ Yetiştir bize/ Günahlarımızı kül edecek ateş harmanını/ Verim yağmuru insin ülkemize/ Mekke’ye Medine’ye Şam’a/ Kudüs’ e Bağdat’ a İstanbul’a/ Semerkand’a Taşkent’e Diyarbekir’e/ Yetiş Peygamber imdadı yetiş/ Yetiş Allah’ın izniyle/ Yetiştir erlerini/ Diriliş bayraklarını taşıyan/ Şehit gömleklerini peşin giymiş/ Ateşten, sudan geçer gibi geçen/ Allah önünde her varı yok gören/ Dağların üstünde erip/ Kentlere şafaklar gibi ağan/ Küçük askerlerini/ Gül diksinler diye yeni topraklarına/ İnsanın ta gönlüne/ Yetiştir erenlerini/ Allah’ım/ Âmin”
Hem birey olarak hem toplum olarak çok çalışmamız gerekiyor… Çok… Orkestra olabilmek önemli mi sizce de…