Oruç ayında şunu yapmak lazım, bunu yapmak lazım gibi hükümler verecek değilim. Bu beni aşar. Hatta neleri yapmak lazım diye konuşanları da dinleyecek halim yok. Hele o televizyon ve radyolarda konuşan hocalarım yok mu… Beni bağışlasınlar onlar, iyi şeyler söylediklerine eminim. Fakat benim ruh halim elvermiyor onlara kulak vermeye… Çok sözden usandım ben… Sükût âyinlerine ihtiyacım var sanki… İftar ve sahurda ya Kur’an dinliyorum, ya da Zekai Dede ilâhileri… Bunları dinlerken bile kendimi veremiyorum… Bir hüzün bulutu içinde buluyorum kendimi.
Sonra kendi kendime “nedir bunun sebebi” diye sormadan edemiyorum. Belli ki beni huzursuz eden bir şeyler var…
Oruç ayı aynı zamanda bir muhasebe ayı değil mi? Kendi kendimizi hesaba çekme günleri… Yalnız kendi kendimizi mi? Oruç günlerini toplum olarak da bir muhasebeye vesile kılsak iyi olmaz mı?
İster istemez günlük olaylara takılıp kalıyoruz. Diyanet İşleri eski başkanı Prof. Ali Bardakoğlu’nu üzen ve şaşırtan “dindar olmak ahlaklı olmayı gerektirir mi?’ garip sorusu etrafındaki tartışmalar, toplumsal bir derin muhasebeye ne kadar ihtiyacımız olduğunu göstermiyor mu? Galiba henüz yayınlanmayan bir ankette sorulan bu soruya %70 nispetinde “hayır, gerektirmez” cevabı çıkıyor. Elif Çakır bir yazısında bunu gündeme taşıdı. Daha sonra Ömer Dinçer’in değerlendirmelerini okuduk. Ahlaksız dindarlık… Aman Allah’ım…
Ali Bardakoğlu, Samsun’daki konferansta bir şey daha söylüyor: “Müslümanın en temel özelliği güvenilir olmasıdır” diyor. Şimdi buradan yola çıkarak “Dünya değerler araştırması” adlı çalışmayı esas alan Esen Çağlar’ın bir yazısına göz atalım. İşte ben bunları okudukça hüzne boğuluyorum. “Kişiler Arası Güven” bahsinde 100 kişi içinde kaç kişi “çoğu insana güvenebilirim” demiş acaba ve ülkelere göre bu nasıl bir sonuç vermiş. Türklerin yalnızca %8’i başkalarına güvenebilirim diyor. Bu oran Malezya için de düşük, %9. Birkaç ülke için daha verelim bu oranları: Rusya %26, Kore %27, Japonya %36, ABD %37, İsveç %63.
Şimdi burada bir duralım. “Müslüman, elinden ve dilinden emin olunan kimsedir” diyor Peygamberimiz. Biz ne hale gelmişiz de haberimiz yok… Kimselere güvenmiyoruz. Etrafa güven telkin edemiyoruz… Bundan daha acı bir hali tarif eder misiniz bana? Ben nasıl bir Müslüman olmalıyım ki başkalarına güven söz konusu olduğunda etrafımdaki Müslümanları güvenilir bulmayayım?
Bugünlerde Ali Bardakoğlu’nun “İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme” adlı kitabını okuyorum. Ali Bardakoğlu’nun başında bulunduğu Kur’an Araştırmaları Merkezi, KURAMER’in yayınladığı bu kitabı başka bir yazıda detaylı olarak ele almak niyetindeyim. Zira yukarda temas ettiğimiz bütün sıkıntılar Bardakoğlu Hocanın kitabında derinlemesine irdeleniyor. Belki beni karamsarlıktan kurtaracak ipuçları da verir Hocam…
Güvenilir bulmadıklarımız sadece insanlarla sınırlı kalmıyor. İslam dünyasının silahlanmaya harcadığı paranın haddi hesabı yok. Pek çok İslam ülkesinin komşusu da yine bir İslam ülkesi. Son olarak Suudilerin Amerika ile 350 milyar dolarlık silah satışı anlaşması yaptığını duymayan kalmadı. Bu karanlık alış verişin arka planında güvensizlik, korku ve elbette rejimi sağlama alma düşüncesi var. Suudiler acaba bunca silahı hangi Müslüman komşusuna karşı kullanacak…
Demokrasi deyip geçmemek lazım. Bizde bile Silahlı Kuvvetlerin harcamalarında henüz şeffaflık tam olarak yerleşmiş değil. Kamuoyu bunu detaylarıyla sorgulayamaz. Suudilerin silahlanmaya yaptığı harcamaların sorgulanması ise akıllardan bile geçmemeli. Şimdi Suudiler bu kadar silaha sahip olacak da diğer Körfez Ülkeleri bu yarışa girmeyecek mi? Yarış uzak değil desek sanırım yanılmış olmayız. Olan İslam dünyasının potansiyeline oluyor.
İslam dünyasının ne kadar param parça olduğunu bilmiyor değilim. Ne bir derlenip toparlanma alameti var, ne de Suudilerin yaptığı gibi bir çılgınlığı eleştirecek bir oluşum… Bir Suriye meselesinin içinden çıkamayan İslam dünyasından şu oruç ayında bir muhasebeye oturmasını beklemek safdillik olur. Bunları biliyorum elbette. Filistin meselesini kendi haline bırakmış, Irak ve Afganistan gibi ülkelerde her gün onlarca insanın öldürülmesini kanıksamış bir İslam dünyasından bunları beklemek olmaz elbette.
Bizim bir ümidimiz vardı. Türkiye gelişmiş demokrasisi ve ekonomik gücüyle derlenip toparlanmanın öncüsü olacaktı. Ben bu hayalden vaz geçmiş değilim… Değilim ama önüme konulan her göstergenin yukarı değil aşağı doğru gidişinden de huzursuzum.
Beni çok huzursuz eden bir şey daha var. Dünyadaki Müslüman algısı… Allah için söyleyin, Müslümanların adı terörizmle, bombalarla, intihar eylemcileriyle ve her türlü olumsuzluklarla anılıyorsa şu mübarek oruç ayında nasıl huzur bulalım. Bizim tebliğ diye bir kaygımız vardı. Hangi iyi örneklerle çıkacağız dünyanın karşısına ki kalbler ısınsın.
Ferdi muhasebe herkesin kendi iradesi içinde… Toplumsal muhasebe için öncüler aranıyor…