Bir güzel insan daha göçtü… Mahmut Gül’e dair…

Bir güzel insan daha göçtü… Mahmut Gül’e dair…

Hepimizin hayatında önemli dönüm noktaları vardır. Bu dönüm noktalarını bir insan da oluşturabilir, bir hadise de… Ya da ne bileyim ben, başka bir şey de…

Benim hayatımda da böyle dönüm noktaları olmuştur. Daha ortaokul talebesiyken birisi bana Necip Fazıl’dan söz etti. Bu ismi ilk defa ondan duydum. Necip Fazıl bir konferans için Kayseri’ye gelmişti ve bu insan beni bu konferanstan haberdar etmişti.  Sonraki hayatımda bunun ne kadar önemli bir kavşak olduğunu iyi biliyorum. İşte bu insan benim dayım, eşimin ve Abdullah Gül’ün amcası Mahmut Gül idi. İki yeğeninin, benim ve Abdullah Gül’ün üstünde emeği çoktur, yani hakkı vardır.

Kaba tebliğden çok ince telkinin insanlar üzerinde kalıcı ve derin tesirleri olur. İnce telkinin en iyi yolu başkalarına hayat tarzıyla örnek olmaktır. Çok sözden ziyade bir insanın davranış biçimi, insanlarla ilişki kurma becerisi, samimiyeti, güler yüzü etkiler bizi. Mahmut Gül böyle bir şahsiyetti, özü sözü birdi, karşısındakine emniyet telkin ederdi, bu memlekete dair dertleri olan bir güzel insandı.

Bir hafta önce Hakka emanet ettiğimiz bu güzel insanın benim üzerimde çok hakkı var. Vefatından iki ay kadar önce elini öpmüştüm. İki yıla yakın akciğer rahatsızlığı çekiyor, nefes almakta zorlanıyor ve oksijen desteği ile hayata tutunmaya çalışıyordu. Hastalığı sırasında da güler yüzünden mahrum etmedi kimseyi. Hoş sohbet bir insandı, çok tatlı ve güzel anlatırdı. İnanılmaz bir gözlem gücü vardı. Ablası, yani annem, “Mahmut’tan gittiği bir yeri dinlerseniz, oraya gitmiş gibi olursunuz” derdi.

Bizim ülkemizde Anadolu çocuklarının üniversite tahsili hep fedakârlıklarla mümkün olmuştur. Hem ailelerin hem çocukların fedakârlıklarıyla… Mahmut Gül de liseyi bitirdikten sonra o zamanlarda lise mezunlarına tanınan yedek subay öğretmenlik hakkından yararlanarak üniversite tahsili için para biriktirme telaşına düşer. Bu müracaatının sonucunu beklerken de Kayseri Şeker Fabrikasında işçi olarak üç beş kuruş kazanma peşindedir. 18 aya yakın Adapazarı’nın bir köyünde öğretmenlik yapar. Bir Haziran ayında terhis edilir.

Sıra üniversiteye gelmiştir ama hangi para ile bu tahsil mümkün olacaktır? Öğretmenlikten kazandığı paranın yetmeyeceğini iyi bilir. Terhisten hemen sonra Kayseri’de Karayolları teşkilatına işçi olarak girmiş ve Ekim ayına kadar ne kazanırsak kârdır diye düşünmüştür. O zamanlarda her fakülte kendi sınavını yapıyor ve bu usulle öğrenci alıyordu. Mahmut Gül önce hangi fakültenin kendisine burs temin edeceğine bakmak zorunda kalır. Hukuk Fakültesine on gün kadar devam eder ama Ziraat Fakültesinde böyle bir burs imkânı bulunca daha fazla düşünmez ve kaydını Ziraat Fakültesine alır.

Mahmut Gül’ün ve benzerlerinin hayatı aynı zamanda Türkiye sosyolojisinin de tarihi sayılsa yeridir. Anadolu’dan kalkıp gelen bu çocuklar hem kendi geleneklerini sürdürmek hem de yeni bir hayata intibak etmek zorundadır. 1962’de başladığı üniversite hayatında 27 Mayıs darbesinin izlerini görmemek mümkün mü? Fakültede namaz kılacak bir yer için verdikleri mücadeleyi o anlatır biz de hayran hayran dinlerdik. O zamanların Ankara’sında aileden gelme sağlam bir yapınız yoksa esen rüzgârlara kapılmamak zordur. Mahmut Gül bu rüzgârlara direnir ve kendi havasına uygun bir ortam ve arkadaş grubunun teşkilinde önemli bir rol üstlenir.

Fakültenin ekonomi bölümünden mezun olunca 1966 yılında uzun yıllar görev yapacağı o günkü adıyla Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği’nde göreve başlar. Bugün Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü Ceylanpınar Tarım İşletmesi olarak biliniyor bu çiftlik. 1.5 milyon dekardan ziyade arazisiyle bu çiftlikte yok, yok dense yeridir.  Genel olarak bitkisel ve hayvansal her türlü üretim, olabildiğince modern yöntemler kullanılarak yapılıyor. Mahmut Gül’ün arkadaşları Ceylanpınar’ı teşkilatın üniversitesi olarak tanımlıyorlar. Mahmut Gül için de taşını toprağını, her çalışanını ezbere bilirdi diye konuşuyorlar. Burada en alt kademeden başlayan iş hayatında basamakları teker teker tırmanarak Müdür Yardımcılığına kadar geliyor.

Yukarda bu memlekete dair dertleri olan bir şahsiyetti demiştim Mahmut Gül için. Ceylanpınar’da çalışırken Türkiye’nin bugün de önemli açmazlarından biri olan bürokrasi ile çekişmelerini nasıl yana yakıla anlatırdı, bilemezsiniz. Bütün derdi acaba nasıl olur da tarımsal hasılayı büyütebilirim, verim artışı sağlayabilirim idi. Bunları temin etmek için yatırım yapılmasını teklif eder, oturur uzun uzun çalışır, raporlar yazar, sonuç almak için kendini parçalarcasına uğraşırdı. İnşaatları sürmekte olan civardaki barajları önemser ve sulu tarıma geçilmesi halinde tarımsal hasılanın nasıl artacağını heyecanla anlatırdı.

Sıra evliliğe gelmişti. Babam ortağının kızından söz etti ona, sözü uzatmayalım, Allah yazmış, Firdevs Hanım’la evlendi. Ceylanpınar’a gittiler. Sanırım Firdevs Hanım, Ceylanpınar’da “…/ Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler/ …/ Uçan da kuşlar şahit olsun/ Ben annemi özledim” diyen türküyü çok mırıldanmıştır. Üç çocukları oldu.

Bir ara Almanya’da bulundu. Bildiğim kadarıyla modern süt üretim tesisleri ve süt verimi yüksek sığırlar üzerinde incelemeler yapmaktı maksadı. Bunları Türkiye’de uygulamak için çabaladı. Oradan altında bir VW Kaplumbağa ile döndü. Bu araba galiba ailede pek çok kimseye şoförlük öğretti.

Ceylanpınar’da sekiz yıl çalıştı. Daha sonra dört yıl kadar Kırşehir Malya Çiftliğinde müdürlük yaptı. Ardından iki yıla yakın Bala Çiftlik müdürlüğünde bulundu.

Çalıştığı Çiftliklerde insanlarla ilişkisi çok iyi idi. Hala konuşuluyor galiba. Bundan bir ay kadar önce, Ekim ayında Urfa’ya bir ziyaretim olmuştu. Bir yerde sohbet ederken yaşını başını almış bir zat bana nerelisin diye sordu. Kayseri deyince Ceylanpınar’dan ve Mahmut Gül’den bahsederek “tanır mısın, ne çalışkan adamdı” dedi gözlerimin içine bakarak. “Dayım olur,” diye cevap verdim.

Çocukların okul dönemi başlamıştı ve artık merkezde bir göreve talipti. Kısa da olsa Ankara’da Orman Çiftliğinde Süt Fabrikası Müdürlüğü yaptı. Daha sonra iki yıldan fazla Ankara’da DÜÇ Merkez Atölyesi Müdürü olarak çalıştı. Burada da tarım makinalarının modernizasyonu ile uğraştı.

1982 yılında DÜÇ Genel Müdürlüğünde Ekonomi ve Planlama Dairesi Başkanı olarak görevlendirildi. 1984 yılında teşkilat Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü adını aldı. Kısaca TİGEM olarak bilinen bu teşkilatta 1994 yılındaki emekliliğine kadar Araştırma, Planlama, Koordinasyon Daire Başkanı olarak çalıştı.

Türkiye’nin, işini iyi yapan insanlara olan ihtiyacı ortada… Mahmut Gül, böyle bir insandı. Bürokrasiden çok çektiği için kendi bürokratlık döneminde “kolaylaştırın, güçleştirmeyin” ilkesine sadık kaldı.

Namazına hiçbir şey engel olamazdı. Bu tarafıyla herkese örnekti. Hak, hukuk kavramları sadece dilinde değil aynı zamanda hayatının merkezindeydi. Çalıştığı çiftliklerde çocukları bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyor diye muhasebeye fazlasıyla para yatırır, buna anlam veremeyen memurları “hak geçmemeli” diye uyarırdı. “Niye bu kadar çok çalışıyorsun” diyen kızına, “ben devlet memuruyum, çalışmazsam aldığım parayı hak etmemiş ve size helal lokma yedirmemiş olurum” diye ömrü boyunca kulağına küpe olacak bir izah getirmişti. Merkez Atölyesi müdürlüğü sırasında TİGEM Camiinin inşasını önüne çıkartılan hiçbir güçlük ve engelden yılmadan başarmıştı.

Örnek bir aile hayatı oldu. Eşi Firdevs Hanım tam bir Anadolu kadını olarak temayüz etti. Komşuluk yaptığı herkesin hayranlığını cezbeden bir hali vardı. Onun “Hoca Hanım” tarafı da kuvvetlidir. Yakın çevrede bir rahatsızlığı olanlar için “Firdevs Hanım sana bir okusun” sözü iyi bilinir.

1989 yılında Hac vazifesini ifa etti. 1994 yılında emekli olduktan sonra Kayseri Belediye’sinde kısa süreli bir danışmanlık dönemi oldu. Sanırım orada aradığını bulamadı. Tarım ilaç ve donanımları satılan bir ticari işletme kurdu. Burada da Kayseri ve çevresinin çitçilerine hem danışmanlık hizmeti verdi, hem de tecrübelerini aktardı. Kendi bağında çalıştı. Ağaç dikti, üzüm yetiştirdi, bağ belledi, budadı, aşı yaptı, boş durmadı.

İki yıldır akciğer sertleşmesi denilen bir hastalıkla uğraşıyordu. Nihayet 16 Kasım’da 76 yaşında vefat etti, 17 Kasım’da Cuma namazının ardından Hakka emanet edildi.

Benim şahitliğim Allah indinde ne kadar muteberdir, bilemem. Yalnız ben değil, pek çok kimse de şahittir ki imanlı bir adamdı. Allah rahmetiyle kuşatsın…

 

Join the discussion