Kendinde olağanüstü güçler bulunduğuna inananlar tarih boyunca eksik olmamıştır. Onların yol açtığı kavga, kargaşa ve acılar üstüne yazılanlar ciddi sosyoloji ve tarih tetkiklerinden ağıtlara, destanlara kadar uzanan geniş bir yelpaze oluşturur.
Bugün FETÖ dediğimiz ve bir zamanlar bazılarının hizmet hareketi sandıkları grup hezimete uğradı. Buna şüphe yok. Bunlar da kendilerinde olağanüstü güç vehmedenlerdendi. 17-25 Aralık’taki yargı kılıflı kalkışmadan sonra da vehimlerinden vaz geçmedikleri anlaşılıyor. Zira 15 Temmuz kalkışması ancak öyle bir vehmin sonucu olabilirdi. Ben 15 Temmuz kalkışmasını Osmanlıların maruz kaldığı isyan hareketlerine benzetirim. Kendilerinde aşırı güç vehmeden bu isyankârların hiçbiri muvaffak olamadı ama devleti belli bir süre zaafa uğratıp meşgul etti. FETÖ’cüler de 15 Temmuz’da bir kere daha hezimete uğradılar.
Hezimete uğradılar ama hainlikleri bir hayli baş ağrıttı. Ağrıtmaya devam ediyor. Bu konuya değişik biçimlerde yaklaşmak mümkün ama biz basitçe iki husus üzerinde duralım.
Birincisi uzun vadeli… Türkiye demokrasiyi tam olarak tesis etmediği müddetçe benzer felaketlerle karşılaşmaktan kurtulamaz. Liyakati değil bir takım cemaat, grup ve klikleri gözeten bir anlayışı esas almaya devam edersek akıbet ayni olur. Şahsen Avrupa Birliği’ne girmemiz lazım geldiği üzerinde de bu sebeple ısrarcıyım. Bulunduğumuz zaman ve zemin hukuk devleti olmanın en kestirme yolunun Avrupa Birliği’nden ya da o prensiplere sahip olmaktan geçtiğini söylüyor.
Bu arada bazı kurumların işleyişini gözden geçirmek zorunda olduğumuz anlaşılıyor. 17-25 Aralık’ı, 15 Temmuz’u, bütün FETÖ elebaşlarının kaçışını, Zarrab denen adamın kaçış maksadını haber alamayan bir istihbarat düzeninden benim endişelerim var. Zaten bu kaygımı 17-25 Aralık’ı takip eden ilk yazımda da dile getirmiştim. Bu kurumlardaki kişilerin iyi niyetinden şüphemiz olmasa da işleyiş biçiminde bir sorun olduğu muhakkak. En az üç yüz kişinin en az üç ay konuştuğu muhakkak olan bir kalkışmadan ancak son dakikada, o da istihbarat dışından birinin ikazıyla haberdar olunabiliyor. Sorun yok mu? Cumhurbaşkanı Erdoğan bu ihanetten kıl payı kurtulmadı mı?
İkincisi küçük dokunuşlarla halledilebilecek hususlar. 17-25 Aralık ve 15 Temmuz’un yol açtığı travmaları bir türlü üstümüzden atamıyoruz. Hukuk sistemini bir türlü yoluna koyamadık. Evet, FETÖ’cüler büyük hasara yol açtılar. Fakat sürekli bu tedirginlikle yaşamak toplumun psikolojisini bozuyor. Yüz binden fazla insana darbeci muamelesi yapmak aklın alacağı iş değil. Mağduriyetler çıkıyor ortaya, mağdur olanlar arasında ömrünü FETÖ ile mücadeleye adamış ne kadar çok insan olduğunu görmemek mümkün mü?
FETÖ yapısıyla hiçbir ilişkisi olmadığını, hatta bırakın 15 Temmuz’u 17-25 Aralık öncesi bile onlarla mücadele ettiğini bildiğim pek çok kimse var. Bunların bir kısmını daha önce burada yazdım. Bu insanlar gerçekten mağdur oldular. Prof. Galip Akhan ve Prof. Yücel Altunbaşak’tan söz ettiğim yazılara bakılabilir.
Bugün üç yakın dostumun çocuklarının başına gelen mağduriyetten söz edeceğim. Üçü de MTTB ekolünden gelen bu arkadaşlarımın çocukları da, aynı ekolün babalarından daha ateşli takipçileri. Bunların FETÖ ile herhangi bir irtibatları olmadığı gibi onlarla mücadele içinde olduğunu gösteren onlarca belge mevcut dosyalarında ama dikkate alan kim!..
Mehmet Sarıçiçek, Kayseri’den tanıdığım halis bir Büyük Doğu’cu. Oğlu İbrahim de aynı yolda, hem MTTB’de hem Ak Parti’de çok faaldi, maalesef FETÖ’nün dijital kumpasının kurbanı oldu. Uzun süredir tutuklu, sanırım dokuz aydır. Bugün duruşması var. İnşallah tahliyesi mümkün olur. İbrahim, telefonundaki bir ezan programının namaz vakitlerinde verdiği sinyal sebebiyle bylock kullandığı iddiasıyla tutuklanıyor. Üstelik KHK ile işinden oluyor. Dosyasında on yıl boyunca sosyal medyada FETÖ’cüler hakkında yazdığı yüzlerce aleyhte yazı var. Dosya iyi tetkik edilse yanlışlık anlaşılacak ama bu noktalarda hâkimler, bylock çarpınca gözlerine, başka hiçbir şeyle ilgilenmiyorlar. Galiba bu bylock konusunda yapılan yanlışlık tespit edildi. Buna dair haberler alıyoruz.
İzmir’den MTTB camiasının çok yakından tanıdığı bir arkadaşımın oğlu da maalesef aynı dijital kumpasın kurbanı… Çocuk yurt dışında görevdeyken çağrılıyor. Allah için, hainlerle ilgisi olan bir kimse yurt dışından kuzu kuzu gelir, buradayım der mi? Onun da tahliyesini dört gözle bekleyenler çok.
Nihayet Ankara’da herkesin tanıdığı MTTB ve Memur-Sen eski başkanlarından Fatih Uğurlu’nun oğlu Cemil… Uzun süre o da tutuklu kaldı. Kendisine itibar edilmesi mümkün olmayan birinin muhbirliği Cemil’in de çileli bir hapis hayatı yaşamasına sebep oldu. FETÖ’cülerle ilgisi olmayan bir vakfa yaptığı bağış maalesef başına dert açtı. Bunu anlatana kadar göbeği çatladı. 15 Temmuz gecesi babasıyla birlikte sokaklarda darbecilerle mücadelesinin maalesef kıymeti olmadı ve Sincan koğuşlarının havasını soludu. Nihayet tahliye edildi ama işinden de oldu. Şimdi bu haksızlığın giderilmesi ve işine iadesi gerekiyor. Yalnız Cemil’in değil benzer haksızlıklara uğramış diğer mazlumların da…
Abdülkadir Selvi, 19 Aralık tarihli yazısının sonunda Ak Parti’ye eleştiri başlığı altında, Partinin 7 Şubat’tan sonraki süreci iyi okuyamadığına dair bazı görüşler öne sürüyor. Kısmen haklı. Yukarda temas ettiğim istihbarat zaafını hatırlayın lütfen. Tayyip Erdoğan’ın 7 Şubat’tan sonra 2012 Haziran ayında Türkçe Olimpiyatlarına katılışını, maksadı ne olursa olsun, izah edemeyenler arasında ben de varım. Ama Abdülkadir Beyin üzerinde durması gereken konulardan biri, hukuk devleti niteliğinin her geçen gün zedeleniyor olması değil midir? Hainlik çok büyüktü, hem 17-25 Aralık’ta, hem 15 Temmuz’da. Fakat buna verilecek en iyi cevap hak ve hukuk dairesinde olmak zorundadır. Aksi takdirde makul çerçeveyi kaybetme tehlikesi vardır. Olağanüstü hal hem Türkiye’nin hem Hükümetin algısının bozulmasına yol açmaktadır.
En üzüldüğüm noktalardan biri 17-25 Aralık ihanetinin kendisine maske yaptığı yolsuzluk ve rüşvet iddialarının, kayırma ve kollamaların bitmemesi, hâlâ sohbetlerin asli konuları arasında bulunmasıdır.
Dördüncü yılında 17-25 Aralık 2013’ü, Rıza Zarrab ve Amerika’daki duruşmalar vesilesiyle yeniden konuşuyoruz. Fakat galiba havanda su dövüyoruz.