Özür dilemem gerekiyor mu, bilmiyorum? Burada 15 gün önce çıkan “Daha neleri kanıksayacağız…” başlıklı yazıda vurdumduymazlığından bahisle “Filistin diye bir meselesi kaldı mı İslam âleminin?” diye sormuştum. Benim gözümde Filistin meselesi ile Kudüs meselesi birbirinin, eski tabirle mütemmim cüzüdür yahut yeni tabirle birbirinin tamamlayıcısıdır.
Trump’ın Kudüs kararına gösterilen tepkilere bakınca kendi kendime “özür dilemem gerekiyor mu?” diye söylenmeden edemedim. Sonra da ‘bu tepkiler bir işe yarayacak mı acaba?’ diye geçti aklımdan. Onun için bu defa “dur bakalım, tepkiler bir netice verirse özür dilersin’ dedim kendi kendime.
Kudüs kararına gösterilen tepkileri küçümsediğim sanılmasın. Aksine başta Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan olmak üzere hangi vasıtayla olursa olsun duygularını bir şekilde sergileyen herkese müteşekkiriz. Onların sesleri çıkmasa Kudüs’e dair duyarlılıklar ve Filistin meselesine âdil bir çözüm potansiyeli kaybolur.
Kudüs meselesinde çok iyimser olduğum söylenemez ama Yeni Şafak’ta yazan Aydın Ünal kadar da kötümser değilim. Pazartesi çıkan yazısını bundan sonra olabilecekleri sıraladıktan sonra şöyle bağlamış Aydın Bey: “Kısacası Kudüs cephesinde yeni bir şey olmayacak; 100 yıldır tekrar tekrar olduğu gibi Müslümanlar kaybedecek, Siyonist ve Haçlılar kazanacak.”
Allah’ın nerede ve nasıl bir sebep oluşturacağını bilemeyiz ama ümidimizi kaybedemeyiz. Mevcut vaziyete bakınca işimizin zor olduğunu görüyorum elbette.
Arayışlar eskiye dayanıyor. İttihad-ı İslam gayretleri çok gerilerde kaldı. Dünya çok değişti. Her şeyden önce artık Hilafet yok. Yani demem o ki halkı Müslüman ülkelerin bir ve beraber hareket etmesini temin babında gayretler yeni değil.
Derin Tarih Dergisinin Aralık sayısında İsmail Kara, 1931 yılında Kudüs’te toplanan İslam Kongresini yazmış. Türkiye’den tek davetli Hüseyin Kazım Kadri imiş. Bu toplantı o vakitler sadece bizim Hükümeti değil başka hükümetleri de ürkütmüş. Neyse onların imdadına Kudüs’ü yönetimlerinde bulunduran İngilizler yetişmiş de öyle hilafet falan gibi tehlikeli konuların Kongre gündeminde olmayacağına dair teminat vermişler. Hüseyin Kazım Kadri sağlık sebepleriyle kongreye katılamayacağını bildirmiş ama düşüncelerini kongreye önayak olan Kudüs Müftüsü Hacı Hüseyin El-Emin Efendi’ye gönderdiği mektupla katılanlara aktarmak istemiş. İsmail Kara, bu mektubun Latin harflerine çevrilmiş halini de eklemiş yazısına. O çok hoş Osmanlıca ile bu mektubu okuyunca aklıma Ali Bardakoğlu’nun “Müslümanlığımızla Yüzleşme” adlı kitabında söz ettiği “İslâm’ın bu yüzyılda nasıl anlaşılması gerektiğine dair bir öncü çaba” sözleri geldi. Hüseyin Kazım Kadri bunu temin edecek bir müessesenin yokluğunun acısını hissetmiş olmalı ki düşüncelerini şöyle dile getirmiş: “… hayat-ı dünyaya ve münasebat-ı milliyeye ait olan ahkâmı istidlâl ve bunları zamanın inkılabâtıyla telif ile alâkadar olacak /…/ bir teşekkülden mahrumiyet …”.
Görüldüğü gibi Hüseyin Kazım Bey meselenin esasını teşhis etmiş gibi duruyor. Teşhis tamam belki ama tam olarak ‘ne yapmalı ve nasıl yapmalı’ konusu açık değil.
Çare arayışlarını “Müslüman Kalarak Avrupalı Olmak” gibi bir çerçevede sürdürenler de az değil. Batı modernleşmesini ve ekonomik kalkınmayı kendilerince çare olarak görenlerin arayışları da diyebiliriz.
İsmail Kara’nın Dergâh Yayınlarından yeni çıkan kitabı, “Müslüman Kalarak Avrupalı Olmak”, muhtevasıyla adı arasında ancak dolaylı ilgi kurulabilecek bir kitap. Kitabın alt başlığı “Çağdaş Türk Düşüncesinde Din Siyaset Tarih Medeniyet” adını taşıyor ve İsmail Kara’nın farklı başlıklar altındaki Sultan Mahmut’tan başlayarak 1970’lere uzanan fikir ve modernleşme konularını ele alan uzun makalelerini bir araya getiriyor. Yazarın sunuş yazısındaki şu satırlar önemli:
“Müslüman âlimlerin, aydınların, siyasetçilerin, ideologların bu cazip başlıktaki unsurlara verdikleri mâna, yükledikleri değer ve önem sıralamaları farklı olmakla beraber neredeyse bütün fikir akımlarının ve siyasi hareketlerin esas meselelerinin bu olduğu müşahede ediliyor.”
İsmail Kara, bugün de çok konuşulan ama bir türlü gerçekleşemeyen İslam Birliği yahut o zamanki adıyla İttihad-ı İslam konusunda da şunları yazıyor:
“İtthad-ı İslam Sultan II. Abdülhamit’in bir taraftan ısrarlı, uzun vadeli ve çok yönlü, diğer taraftan perhizkâr ve ihtiyatlı politikalarıyla hem hilafet kurumu, hem de hanedan ve saltanatı güçlendirmek hatta yeniden yorumlayarak inşa etmek için büyük bir imkâna dönüştürüldü”, s.182.
İİT’nin Filistin Kararı
İslam İşbirliği Teşkilatı şimdi “başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletini tanıdığımızı ilan ediyoruz” dedi. Önemli olan bunun fiiliyata nasıl yansıyacağı… En çok merak edilen konu da Doğu Kudüs’te Türkiye’nin Filistin Büyükelçiliğinin kapılarının ne zaman açılacağı… Bu karar ve karar alınırken katılan ülkelerin gösterdiği tutum iyimser olmak için gayret edenlere bir kapı açıyor. Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sürükleyiciliği de elbette önemlidir. İİT’nin Irak ve Suriye konusunda da atâletini yenmesi gerekiyor.
Alınan kararların işlerlik kazanması bölgedeki halkı Müslüman ülkelerin gücüyle orantılıdır. İslam ülkeleri her şeyden önce iyi bir yönetim kurmak zorunda olduklarını kavrasalar diyorum. Bu alanda güçlü bir irade ortaya koymadan İslam İşbirliği Teşkilatı kararlarının hayat bulması bir hayli zor… İyi bir yönetim ifadesinin altında hukuka saygı, insan haklarına riayet, özgürlükler, neredeyse halkı Müslüman bütün ülkelerin uzak olduğu şeffaflık ve hesap verebilirlik anlayışı var, demokrasi var, iyi yönetim var, iyi yönetişim var…
“İslam âlemi” tabiri beni zorluyor, böyle bir âlemin varlığını tartışmak yerine “halkı Müslüman ülkeler” demeyi tercih ediyorum çoğu kere. İşte bu ülkeler Kudüs’e sahip çıkmak için önce ne yapılması lazım geldiği hususunda anlaşmak zorundalar. Bu ülkelerin önemli bir kısmı oldukça zengin… Demek ki sorun o değil. Sorun temel olarak iyi yönetim mekanizmasını kuramamak…
Bütün bu konularda Türkiye öncü bir rol oynayabilir. 15 Temmuz travmasından kurtulmuş ve normalleşme yolunda hızlı adımlar atmaya başlamış bir Türkiye’ye ihtiyaç var.
Tam yazıyı bitiriyordum ki bulutlar üzerinden Molla Kasım zuhur etti ve Şair Nedim’den şu beyti okuyup sırra kadem bastı:
Yok bu şehr içre senin vasf ettiğin dilber, Nedim
Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana