Bir zamanlar iddialı konuşurdum, “dünya her gün bir önceki güne göre daha özgür” derdim. Bu gidişin önüne geçmek mümkün değil diye düşünürdüm. 12 Eylül ve 28 Şubat günlerinde tüm baskılara rağmen gittikçe özgürlüğün değeri daha iyi anlaşılıyor diye de tartışmalarda ukalalık ederdim. Şimdilerde içime kurt düştü. ‘Acaba’ diyorum sık sık.
Bu acaba sorusunun altında iki hal var aklımı karıştıran. Biri muhafazakâr camianın hali… Başkalarının özgürlüğü konusundaki duyarsızlık beni üzüyor… Üzmekle kalsa iyi… Sonrası için kaygılarım artıyor. Şimdi pek çok mahfilde “günümüzün muhafazakârları kendine demokrat…” sözünü işitiyorum.
Fakat bugün üstünde duracağım husus biraz farklı. Bu yılın Davos zirvesinde, burada çıkan “Mutlulukla yorgunluk arasında…” başlıklı bir yazıda, alt başlığı “Yarının kısa bir tarihi” olan “Homo Deus” adlı kitabından söz ettiğim Yuval Nouh Harari önemli bir konuşma yaptı. İngilizce olan bu konuşmanın Türkçesi de çıkar belki yakında. Konuşmanın çarpıcı tarafı şu: İnsan beyninin ve insan davranışlarının yönlendirilmesi, ya da bir insandan iradesi dâhilinde ya da haricinde elde edilecek bilgilerin analizi ile insan beyninin kontrolü.
Bir insana ait verilerin analizini yapacak algoritmaların geliştirilmesi artık sıradan bir iş olmak üzere. Harari yukarda sözünü ettiğim kitapta “Algoritmalar insanlardan daha iyi teşhis etmeye, öğretmeye ve tasarlamaya başladığında ne yapacağız?” diye soruyordu, s. 332.
Şimdi Harari bunu daha ileri noktalara taşıyor ve insan beyninin yaydığı dalgaların kaydedilmesinin artık elimizdeki telefonlarla istesek de istemesek de mümkün olabileceğini belirtiyor. Bu verilerin analizi ile dünyaya yön veren küçük bir elit grubun doğma ihtimali de az değil diye uyarıyor Davos’ta yaptığı konuşmada İsrailli yazar.
Konuşmanın bir özetini okumak isteyenleri “Teknolojik elitlerin yeni hedefi beynimiz” başlıklı yazı bekliyor.
Harari’nin kitabında ilginç bir iddia var: Önce bunu okuyalım daha sonra Davos’taki konuşmasından bir bölüm aktaralım. Önce kitaptaki iddia:
Organizmalar birer algoritmadır. Her hayvan, Homo sapiens de dâhil olmak üzere, milyonlarca yıllık bir evrim sürecinde şekillenmiş organik algoritmaların bir araya gelmesiyle oluşur. / … organik olmayan algoritmaların, organik benzerlerini asla taklit edemeyeceklerini, hatta onları geçemeyeceklerini iddia etmek için ortada hiçbir sebep yoktur. Hesaplar tuttuğu müddetçe algoritma karbon ya da silikonmuş ne fark eder?, s.332-333.
Şimdi de konuşmadan bir bölüm:
150 yıllık çalışmalarımızın sonucunda organizmaların aslında bir algoritmadan ibaret olduğunu öğrendik. Ve artık bu algoritmaların şifresini çözme yeteneğine kavuştuk. Biyokimyasal verileri elektronik sinyallere çevirerek bilgisayarların analiz edebilmesini sağladık. Yeterince veri ve bilişim gücüyle bizi bizden daha iyi tanıyan yapılar ortaya koyabiliyoruz.
Kişisel verilerin başkalarının eline geçmesini önlemenin imkânsız olduğu bir döneme doğru ilerliyoruz. Her ne kadar kişisel verilerin korunması ile ilgili pek çok düzenleme varsa da bunların geçerliliğini sürdürebilmelerinin zorluğu da ortada. Eğer bir veri elektromanyetik ya da başka bir formdaki dalgalar haline geliyor ve bir yerden bir yere iletiliyorsa onları havada yakalamak için yeterli teknolojinin mevcut olduğunu unutmayalım.
Şimdi ele geçirilen bu veriler pek çok amaçla kullanılabilir kaygısı var.
Beynimizin davranış kalıplarını değiştirmek ve onu yönlendirmek kişisel verilerin analizi ile sağlanacak iddiası yabana atılır gibi değil. Buna beynin (hack)lenmesi deniyor. Beyinin düşüncesi dalgalar halinde kaydediliyor ve biyokimyasal işlemciler aracılığı ve analizle davranış biçimi belirleniyor.
Tüketici davranışlarını bu verilerden yola çıkarak etkilemek mümkün olacak gibi duruyor.
Demokrasilerin ömrü de biter mi bu durumda? Buna pek ihtimal vermiyorum ama otoriterleşme kaygısı olanlar için bir kötü yol olduğu da açık.
Aslında organizmaların algoritmasına müdahale işini bir yere kadar FETÖ başarmıştı. İradenin ve aklın bir kişiye teslim edilmesini başka nasıl izah edelim ki…
İşin şakası bir tarafa önümüzdeki tehlikeleri, imkânları, zorlukları ve fırsatları iyi tahkik etmek zorunda olduğumuz bir dönemi ıskalamamak mecburiyetindeyiz. Veriler uğruna içine girilecek yarışta geriye düşmemek gibi bir ödevimiz var. İlerde rekabet ve yarış bu verilere sahip olmak için cereyan edecek gibi değil mi? Devletlerin, şirketlerin, istihbarat örgütlerinin bu veri uğruna neleri yapabileceklerini de şimdiden anlamak ve araştırmak zorundayız. Harari, mesela insanların sağlık söz konusu olduğunda kişisel verilerinin gizliliğini umursamayacaklarını söylüyor. Bir beyzbol antrenörünün bir bilgisayarda verileri analiz yöntemiyle seçtiği sporcuların nasıl başarılı oldukları da Harari’nin kitabında anlatılıyor, (s. 334).
Harari’nin konuşmasını bizim iş adamlarımızdan Cüneyt Zapsu da dinlemiş. Çok etkilendiği belli oluyor. Onun bu konuda verdiği mülakatı dinledim. Yukarda yazdığım hususlar etrafında çok içen ve candan bir kaygı ve arayış… Biyoteknolojinin sahipleri insanlığa yön verir mi endişesi… Türkiye’nin bu yarışta alması gereken rol… “Harari, İsrail’in Batı Şeria’daki her canlıyı anlık olarak izlediğini ve kontrol altında tuttuğunu söyledi” diye aktarıyor Cüneyt Bey. Bu konularla ilgili bir regülasyon olmayışını, özellikle şirketleri bağlayan bir regülasyon olmayışını sorun olarak gördüğünü açıklayan Cüneyt Beyin önemli bir uyarısı var. Psikoloji tahsilinin üzerine iki de master çalışması yapan kızı “yeni nesillere bu tehlikeden kaçınmaları için dini telkinde bulunmak lazım” diyormuş. Mülakatta yok ama Cüneyt Beyin bize anlatmasıyla biliyorum ki kızının yeni nesillerin tasavvuf ile yoğrulmaları gerektiği doğrultusunda da fikirleri varmış. Aksi takdirde robot kişiliklerden kaçınmak zor olurmuş. Umarım bu konuyu daha detaylı bir şekilde ele alan yazılarını okuruz. İyi anlatılmazsa çeşitli spekülasyonlara açık bir konu çünkü. Cüneyt Beyin kızı şu anda doktorası için çalışıyor ve “fizik psikoloji ve tasavvuf” eksenli bir kitap üzerinde uğraşıyor.
Yazının girişinde özgürlüklerden söz etmiştim. Şimdi aklımı kurcalayan husus nedir biliyor musunuz? Bu beyne hükmetme işi, otoriter zihniyetler elinde özgürlüklerin daha da zedelenmesine yol açar mı sorusu…