Avrupa Birliği ile münasebetlerimiz nereye doğru gidecek? 26 Mart’ta Birliğin dönem başkanı Bulgaristan’ın Varna şehrinde yapılacak AB – Türkiye toplantısında çok fazla şeyin değişeceğini beklemek doğru olmaz.
Avrupa Birliği, Türkiye ile ilişkilerini koparmaktan yana değil. Diğer sebepleri bir yana koyalım ama şu sıralarda göçmen meselesi sebebiyle Avrupa Birliği elini çok serbest hissedemiyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Avrupa Parlamentosunun Türkiye’ye Afrin’den çıkın çağrısı üzerine Avrupa Birliği’ni taahhütlerine sadık olmaya çağırdı ve işimiz bitmeden Afrin’den çıkmak yok dedi. AB Bakanı Ömer Çelik de, AP’nin Genel Kurul oturumunda ‘Türk hükümetine askerlerini geri çekmesi ve Suriye çatışmasında yapıcı bir rol oynaması’ çağrısı yapılmasına ilişkin konuştu. Ömer Çelik “ Türkiye gibi bir NATO üyesi ve AB’ye aday ülke terörle mücadele ederken, Türkiye’ye ‘Oradan askerlerini çek’ demenin terör örgütüne doğrudan destek vermek anlamına geldiğine işaret ediyoruz” dedi.
Mülteci sorunu için AB’nin ilk dilim parayı tam olarak vermediğini söylüyor Cumhurbaşkanımız: “Yapacağımız çok iş var. Adam terör örgütüne envaı çeşit silah veriyor bir kuruş para almadan. Biz paramızla alamıyoruz, terör örgütlerine bedava veriyorsunuz. Bunları ne ile izah edeceksiniz. AB komisyonu ikinci 3 milyar avro için teklif vermiş. AB daha ilk dilim parayı vermedi.” Bu yardımların proje bazlı yapıldığını ekleyelim.
Şimdi Akdeniz’de Rumların hak tanımaz tavrıyla doğal gaz sorunu yeniden gündeme geldi. Daha önce de bu sorunla uğraşılmış ve aramayı bir İtalyan platformu yaptığı için İtalya ile bile gerginlik yaşanmıştı.
Anayasa Mahkemesinin Altan ve Alpay kararının yerel mahkemece uygulanmayışı da Avrupa Birliği ile ilişkilerde bir sıkıntıya yol açacak gibi duruyordu. Anayasa Mahkemesinin Alpay için verdiği ikinci kararın göz önüne alınmış olması bu gerginliği azaltacak mı, göreceğiz. Bu çelişkinin hukuk sistemimize itibar kaybettirdiği açık… Burada hak hukuk dışı kaygıların göz önüne alındığını söyleyen olursa ne cevap vereceğiz? Üstelik AİHM de Alpay ve Altan’ın tutuklanmasının ‘özgürlük ve güvenlik hakkı’nın da, ‘ifade özgürlüğü’nün de ihlali olduğuna hükmetti.
Avrupa Konseyi’nde yeniden denetim sürecine alınması, Türkiye’nin hukuk ve demokrasi karnesinde bir gerilemeye işaret ediyor ve Avrupa Birliği de bunu önemsiyor.
Avrupa Birliği’nin Varna davetindeki şu ifadelerden hangi hususların altının çizildiği ya da çizileceği anlaşılıyor: “Bu toplantı, karşılıklı çıkarların ve AB-Türkiye ilişkilerinin geleceğinin temel çatısı olan hukukun üstünlüğü ve temel özgürlükler de dâhil olmak üzere, ülkenizdeki son gelişmeleri ortaklaşa görüşmek için iyi bir fırsat olacaktır.”
Avrupa Birliği’nin özellikle dile getireceği konuların başında Türkiye’deki hukuk anlayışı gelecek gibi duruyor. Bunu örneklemek için de gazeteciler ve siyasetçilerin tutuklu yargılanmalarını gündeme getirecekler. Seçim kanununda yapılan değişikliklerin de gündeme taşınması muhtemel.
Elbette Türkiye de mülteciler ve vize konusunda Avrupa Birliğine taahhütlerini hatırlatacaktır. Bütün Avrupa’ya yayılma istidadı gösteren ırkçı ve İslam düşmanı hareketlere dikkat çekmekten geri kalmayacaktır. Başta FETÖ’cüler olmak üzere terör örgütleri mensuplarıyla ilgili görüşlerini müzakere masasına getirmesi de Türkiye’nin en tabii hakkıdır.
Yukarda saydığım hususlar Varna’ya giderken ilk anda akla gelen anlaşmazlık noktalarını gösteriyor.
Şimdi soru şu: Bu kadar anlaşmazlık varken ve üstelik bunlar gittikçe artarken acaba Avrupa Birliği ile ilişkileri devam ettirmek mümkün mü?
Önce şuradan başlayalım. Türkiye içine kapanamaz. Ancak şu günlerde Türkiye’nin böyle bir konuma sürüklenmesi için olağanüstü bir gayret var. Suriye meselesi sebebiyle bütün dünyayı Türkiye’nin kötülüğünü isteyen cinlerle dolmuş gibi görenler var. Bunun rasyonel bir bakış olmadığını anlamak için biraz yarınları düşünmek yeter aslında.
AB’nin çifte standardını bilmiyor değilim. Türkiye’ye karşı yapıcı ve kolaylaştırıcı olmadığı da ortada… Eğer böyle olsaydı, yargı ve temel haklarla ilgili 23’üncü fasılla, adalet, özgürlük ve güvenlikle ilgi 24’üncü faslı müzakereye açar ve Türkiye’nin bu alanda ilerlemesini sağlayabilirdi. Bugün yargı, temel haklar ve özgürlük – güvenlik dengesindeki sorunlardan dolayı Avrupa Birliği Türkiye’yi durmadan eleştiriyor.
15 Temmuz hainliğini hafife aldığını da biliyorum Avrupa Birliği’nin.
Zaman zaman nüfusu bir milyonu bile bulmayan Kıbrıs Rumlarına boyun büktüğü de aklımdan çıkmış değil.
Bütün bunlara rağmen Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkilerini sürdürmek durumunda. Sebepler çok. Bir kurallar manzumesine sahip olmak önemli, aksi takdirde keyfilik alıp başını gidiyor. Eğer bu âlemde yer edinmek istiyorsak hukuk ve demokrasi alanında evrensel standartlara sahip olmak zorundayız.
İktisadi Kalkınma Vakfı’nın yeni sayılabilecek bir anket çalışması var. Türkiye kamuoyunda AB desteği ve Avrupa algısı araştırılmış. Bu kamuoyu araştırmasına katılanlara Türkiye’nin en önemli ekonomik ortakları sorulduğunda %27,8 ile ilk sırada AB çıkıyor. Onu %19,3 ile Rusya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve %18,9 ile Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkeler izliyor. Bunlar beklenen sonuçlar. Fakat araştırmaya katılanlara Türkiye’nin en önemli siyasi ortakları sorulduğunda %24,9 ile ilk sırada Rusya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri geliyor. AB, onu % 24,1 ile izliyor. Bu, bir Putin hayranlığının sonucu mu acaba?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 Ekim’deki TBMM yeni yasama yılı açılış konuşmasında “Bu süreci bitiren, havlu atan, vazgeçen taraf biz olmayacağız. Aslına bakarsanız, bizim Avrupa Birliği üyeliğine ihtiyacımız da kalmamıştır” diyordu. İhtiyacımızın kalıp kalmadığı elbette bakış açısına bağlı ama evrensel standartlarda bir demokrasi ve hukuk nizamı istiyorsak ihtiyacımız kalmamıştır demekte biraz zorlanmaz mıyız?
Varna zirvesi, Türkiye’nin AB yolunda bir ilerleme kaydetmesini sağlayacak gibi değil. Hiç değilse köprüler atılmamalı… AB’ye ‘biz yokuz’ demeden önce akl-ı selim ve kalb-i selim devreye girmeli.