Evren niçin yaratıldı? Bu soruya alacağınız cevap, muhatabınızın taşıdığı sıfata bağlı olarak değişir. Bir tasavvuf ehlinin cevabı ile evrenin yapısıyla uğraşan bir ilim adamının cevabı elbette farklılıklar taşıyacaktır.
Evren nasıl yaratıldı? Bu soru kozmoloji ile uğraşan bilim dünyasını ‘evren niçin yaratıldı’ sorusundan daha çok meşgul ediyor. ‘Niçin yaratıldı’ sorusu daha çok ilahi hikmet ve felsefe etrafında ele alınıyor, ‘nasıl yaratıldı’ sorusu ise fizik ilminin çerçevelediği geniş bir alanda daha fazla ilgi çekiyor.
Burada Kur’an’dan konuya ilişkin iki ayeti vermekle ve Allah’ın insanları kâinatın oluşumu hakkında tefekküre davet ettiğini hatırlatmakla yetinelim. “Biz göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları oyun olsun diye yaratmadık.”(Enbiya, 21/16) “Göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları boşuna yaratmadık.”(Sad, 38/27) Galiba evrenin insanoğlu için, onun yararlanması için yaratıldığına dair bir işaret var bu ayetlerde.
14 Mart günü vefat eden Stephen Hawking, “evreni tam olarak anlamak, neden ve nasıl var olduğunu kavramak” diye açıklıyordu amacını. Şu soru da onun kitaplarının ana temasını oluşturuyor: “Evrenin doğası nedir? Evrende bizim yerimiz ne, evren nereden geldi, biz nereden geldik? Evren neden bu biçimde?”, (Zamanın Kısa Tarihi, s. 223, ALFA, 8’inci baskı, 2015)
Bu yazının amacı yukardaki sorulara cevap aramak değil. Onun için ilahi metinlerin bu konuda söyledikleri de ilim adamlarının elde ettikleri sonuçlar da burada ele alınmayacak.
Hawking yirmili yaşlarındayken ALS denilen kas hastalığına yakalanıyor ve zamanla hareket kabiliyetini kaybediyor. Doktorlar fazla yaşamaz diyorlar ama o yaşama sevincini kaybetmediğinden olsa gerek yetmiş altı yaşını görüyor. 1985 yılında konuşma yeteneğini de yitiriyor ve kendisi için özel olarak imal edilen bir bilgisayara dokunarak etrafıyla iletişim kurabilir ve düşüncelerini aktarabilir hale geliyor. Allah’ın hikmeti diyelim mi, fiziksel hareket kabiliyetini kaybeden Hawking düşünme ve muhakeme kabiliyetini olağanüstü derecede kullanmakta hiçbir sıkıntı çekmiyor. Kara delikler onun en önemli çalışma alanı. Çok ödülü var. Onun Nobel Fizik Ödülünü hak ettiği halde alamadığını söyleyenler de az değil.
Gelelim Lokman Ayva’ya. On bir yaşında menenjite yakalanarak gözlerini kaybeden Lokman Ayva, hiç bıkmadan ‘yaşanmaya değer hayat’ peşinde koşan bir mücadele adamı. Önce Ak Parti Kurucular Kurulunda beraberliğimiz oldu ve Partinin engelliler politikasının oluşumuna, tekerlekli sandalye ile hayatını sürdüren Gürsoy Erol arkadaşımızla birlikte büyük katkılar yaptılar. Ben onunla iki dönem Mecliste beraber çalıştım. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde de birlikte çok faaliyetimiz oldu. “Lokman Abi, beni görmüyorsun” diye takılırdım ona. Beni dikkate davet eder ve “gördüğümü görmüyorsun” diye karşılık verirdi. Gönül gözü açık bir insan derim ben Lokman için. Belediye Meclislerinde de siyaset tecrübesi bulunan Lokman Bey, engellilerle ilgili pek çok düzenlemenin mimarı sayılsa yeridir. Bunları tek tek anlatmak uzun zaman alır. Bir şeyi zikretmeden geçemem. En büyük mücadelesi bürokrasi ile oldu. Onlara söz anlatmak Lokman için mayınlı arazide yürümekten bile zor hale geldi. Düzenlemelere direnen bürokrasiyi alt etti desem yeridir. Birlikte çok seyahat ettik. Konseyin Eğitim ve Bilim Komitesinde birlikte bulunduk. Avrupa konseyinin engellilerle ilgili düzenlemelerine de katkısı çok oldu.
Önce Ankara Körler Ortaokulu’nu, sonra Ankara Bahçelievler Cumhuriyet Lisesi’ni bitirir Lokman Bey. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümünden mezun olur. Yüksek Lisans olmadan olmaz der ve onu da tamamlar. Eşi Şule Hanımla üniversitede tanışır ve evlenirler. Şule Hanım ve iki oğulları Lokman Beyin hayatına anlam katıyorlar. Şu sıralarda doktoranın ilk basamaklarını çıkmış bulunuyor ve tez yazmakla meşgul Lokman Ayva. Osmanlı’nın son dönemiyle Cumhuriyetin ilk döneminde engellilere yönelik uygulamaları kendi geliştirdiği “kök teorisi” çerçevesinde ele alıp inceliyor. Şimdi başkanı olduğu Beyazay Derneği engellilerin eğitimi amacıyla Türkiye’nin dört bir tarafını tarıyor. Bu yazı için kendisini aradığımda Doğu Beyazıt’taydı. Onun hakkında daha fazla bilgi kendi internet sitesinde bulunabilir.
Lokman Bey, Hawking’in ölümünden sonra bir yazı kaleme aldı. Bu yazıdan alıntılar yapmayı düşündüm önce. Fakat bütünlük bozulacaktı. Neredeyse yedi yıldır her hafta yazıyorum. Şimdiye kadar hiçbir yazıyı bütünüyle kendi yazımın içine taşımadım. Fakat bu sefer Lokman’ın yazısını bölmeye içim el vermedi. İşte çok küçük değişikliklerle “Stephen Hawking dirilterek öldü” başlıklı o yazı:
“Hawking enteresan bir adamdı. Herkesin hakkında konuşmaktan memnun olduğu biri olmasına rağmen içine sindire sindire benimseyebildiği biri olmadı ama fizik ilmiyle derinlemesine uğraşan biri olmasına rağmen de bu kadar tanınmış oldu. Hawking’in milliyetini, ırkını, soyunu, sopunu hiç merak etmedim. Onun siyasi görüşünü, ideolojisini de merak etmedim. Dindar mıydı, dinsiz miydi veya hangi inanca mensuptu sorgulamadım. Yakışıklı mıydı, cinselliği, evlilik durumu da şimdiye kadar hiç gündemimde olmadı ve bunların hiç biri şimdi de beni ilgilendirmiyor. Bu kadar az şey merak ettiğim bir kişi idi ama onun hakkında çok konuştum. Hawking’in var olması ve pek çok ödül alması benim için yetiyordu. Ve O, geçenlerde dirilterek öldü.
Siz çocukları kör diye çocuklarının istikbalinden ümidini kesmiş, perişan olmuş bir anne-baba hiç tanıdınız mı? Çocukları tekerlekli sandalye kullanmak durumunda kaldı diye hayata küsmüş aileler tanıdınız mı? Çocuğu engelli diye evini, köyünü, ailesini terk eden babalar duydunuz mu? Kör diye eşi tarafından terk edilen âşık Veysel’i hatırlar mısınız? Kör, sağır, tekerlekli sandalye veya koltuk değneği kullandığı için okula alınmayan çocukları bilir misiniz? Trafik kazasında ölen genç için “zaten özürlüymüş” denilmesi, özürlü kişinin iple ahıra bağlanması, görmüyor diye YÖK tarafından 1993 yılında yurtdışı sınavına alınmaması, Fırat Üniversitesi tarafından özürlü öğrenciye fırsat verilmemesi, mahkemelerin bunu haklı görmesi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin de AİHM’de bunu savunması hakkında ne düşünürsünüz bilmiyorum. Düşüncelerimi ben söyleyeyim. Çünkü bunların hepsini biliyorum, duydum ve yaşadım. Okula alınmadım. Sınava alınmadım. Başka müşteriler rahatsız olur diye lokantadan atıldım.
Bunları her yaşadığımda, her duyduğumda, her bu tür durumlarla karşılaştığımda haklı olduğumuzu biliyordum, bunların yanlış uygulamalar olduğunu biliyordum. Niçin saygın bir yaşamımız yoktu, anlayamıyordum. Neden belli bir tipe göre kurulmuş sistemin bedelini bize ödetiyorlar, üstelik bizi suçlayarak, aşağılayarak bunu yapıyorlardı, anlayamıyordum. Bir şeyler öğrenebildiğimizin farkındaydım. Bir şeyleri yapabileceğimizi biliyordum. Göstermemize fırsat verilmediği gibi hemencecik “yapamaz” kabul edilmek acı geliyordu. Kelimeler, cümleler, ifadeler bu vahim durumları izahta acz içindeydiler. Kendi medeniyetimiz yok sayıldığı ve hor görüldüğü için medeniyetimizin referansları hiç bir işe yaramıyordu. Ne Kuran’dan, ne hadislerden, ne siyerden, ne de Osmanlı’dan verilen dayanak noktalarının Müslümanların gözünde bile itibarı yoktu. Öyle bir referans olmalıydı ki hem Batı’dan olmalı, hem de Batılı bir kuruluş tarafından onaylanmalıydı. Tam bu sırada Stephen Hawking duyuldu. Her hangi bir özürlüden daha özürlü, her hangi bir engelsizden daha engelsiz durumdaydı. Adam ne yürüyebiliyor, ne ellerini kullanabiliyor, ne oturabiliyor, ne yemeğini yiyebiliyor, ne konuşabiliyordu. Aynı zamanda fizik bilimiyle uğraşıyor ve “ne alaka” diyebileceğimiz “kara delikler” gibi konularla uğraşıyordu. Çalıştığı konularda sayısız ödüller almıştı. “Dinsizin hakkından imansız gelir” misali kendi medeniyetimizle izah edememiştik ama Batı Medeniyetinden de gayet iyi bir örnek bulmuştuk. Bu örnek hem kendi gibi engellilerin, hem de göreceli olarak daha hafif engellilerin daha iyi şeyler yapmaları için motivasyon kaynağı oluyordu. Tabi birilerine bir şey izah edebilmek için de iyi bir referanstı. Engellilere zorluk çıkaran kuruluşların başında gelen Türk üniversitelerinin hiç bir mensubu, sıkıntı çıkardıkları özürlülerden daha özürlü olan Stephen Hawking’in aldığı ödüllerin yanına bile yaklaşamamıştı.
Yukarıda tasvir edilen özürlülerle ilgili manzara Türkiye’deki herkes ve her yer için geçerli değil tabi ki. Mukayeseli bakarsak dünyanın en iyi toplumu kendi toplumumuz diyebiliriz. Böyle olmasına rağmen olumsuz tablolar zikredilmeyecek, ihmal edilecek kadar da az değildi. Bu belirsiz durumların tam ortasına Stephen Hawking gerçeği bir bomba gibi düştü ve yaşama hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkı, bilim üretme hakkı gibi hakların yeniden dirilmesine vesile oldu; bunların savunulmasında güçlü bir referans teşkil etti. İnşallah bir daha böyle referanslara ihtiyaç olmaz. Ve Stephen Hawking insani duyguların ve taleplerin dirilmesine vesile olduktan sonra hayat misyonunu tamamlayarak ortak paydamız olan dünyadan ayrıldı.”
Evreni Allah’a iman etmek için anlamak gerekmiyor. Allah’a iman ettiğimiz için evreni anlamak ve bilmek gerekiyor.