Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “son günlerde din adamı olarak ortaya çıkıp kadınla ilgili çok farklı açıklamalarda bulunan” kimseleri kastederek “bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar, çok farklı bir dünyada, farklı bir asırda, zamanda yaşıyorlar, çünkü İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslam’ı 14 asır, 15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız, böyle bir şey yok. Onun için de bugün İslam’ın uygulanması, yer, zaman, koşullar, her şeyiyle o da ne yapıyor, değişiyor. İslam’ın güzelliği burada zaten, önemi burada” şeklinde konuşunca İlahiyat Fakülteleri galiba alınmışlar ki kamuoyuna duyuru üstüne duyuru yayınladılar. Cumhurbaşkanı, kadınlar üzerinden yürüyen tartışmayı ele alıyor ve dini alanlardaki ilim sahipleri için “bu hocalarımız ne iş yapıyorlar, niye sessiz kalıyorlar?” diye çıkışıyor. Bunun üzerine gayrete gelen Fakülteler “görevimizin bilincindeyiz” diyorlar ama insanın aklına bir sürü soru takılıyor. Ben ‘acaba’ demekten kendimi alamıyorum. Bu ülkenin hangi sorununu görev bildi İlahiyat Fakülteleri? Hangi düşünce hareketine öncülük etti? Fethullah Gülen’in sahtekârlığı hiç gündemlerinde yer aldı mı?
Bu hocalar kendilerini sadece Cumhurbaşkanına karşı mı sorumlu hissediyorlar? Üstelik oradan bir emir gelmeyince yapacak bir şey yok mu zannediyorlar? Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi işi daha da ileri götürmüş, Allah ve Peygamberin hiç kere Cumhurbaşkanının tam beş kere zikredildiği kısa metinde diğer İlahiyat Fakülteleri adına da “görev ve sorumluluklarımızın bilincindeyiz” diye ahkâm kesiliyor. “Toplumun sahih dini bilgiye ulaşması ancak İlahiyat Fakülteleri ve Diyanet İşleri Başkanlığımız kanalıyla olacaktır” diyor Marmara İlahiyatın duyurusu. İlahiyat Fakülteleri, hatta her Fakültedeki hocalar kendi aralarında çekişirken nasıl olacak bu? Üstelik bir de tekelci bir anlayışla karşı karşıyayız. Çok ciddi çalışmalar yapan bazı vakıf ve enstitülere kapıyı kim kapatabilir?
Ben İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin yayınladığı kamuoyuna duyuru başlıklı beş benzer mahiyetteki metne bakabildim. Marmara, Dokuz Eylül, Ankara, Kâtip Çelebi ve İstanbul Üniversitelerinin İlahiyat/ İslami İlimler Fakültelerinin yayınladığı bu bildirilere Fakültelerin internet sitelerinden ulaşılabiliyor. Diyanetin de benzer bir duyurusu var.
Ülkemizde yalnız İlahiyat Fakültelerinin değil genel olarak üniversitelerin suskunluğundan söz etmek gerekiyor. Hangi ciddi meselede ses veriyor üniversiteler? Bütün olumsuz şartlara rağmen üniversiteler konuşmanın, söylemenin, anlatmanın, fikir beyan etmenin bir yolunu bulmak zorunda değil mi? Üstelik bu, sadece üniversitenin değil her aydının görevi. Her şeyi getirip evlâd ü iyal meselesine bağlayamayız.
Dokuz Eylül İlahiyatın duyurusundaki şu cümleyi hep birlikte okuyalım: “Biz Dokuz Eylül İlahiyat Fakültesi’nde verdiğimiz eğitim-öğretimle geçmişi ve geleceği kucaklayabilecek, Kur’an’ı asrın idrakine sunabilecek, vizyon sahibi öğrencileri yetiştirmekteyiz.” Benim sorum şu: Bu öğrenciler nerede? Vizyon sahibi öğrencileri yetiştiren hocalar kimler, eserleri nerede? Bu vizyonu sağlayan müfredat ve metod nedir?
Şu sözler Karar Gazetesinden Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı’ya ait. O da bir ilahiyat hocası. “İlahiyatlar ‘güncelleme’nin neresinde” başlıklı yazıdan:
“İlâhiyatlarda ise –hedef olmayı göze alan bazı bireysel çabalar varsa da- bilhassa dinî ilimlerde eğitim ve öğretimin karakteri, öğretim kadrosunun hâkim zihinsel yapısı büyük ölçüde klasiktir; güncel ihtiyaç ve taleplerden uzak, skolastik ve dogmatiktir. Böyle bir yapıdan şimdiki olguları ve sorunları kavrayıp uygulanabilir çözümler geliştirmesini beklemek gerçekçi olmaz.”
Katip Çelebi Üniversitesinin duyurusu hayli iddialı. Şöyle bir ifade var:
“Tüm insanlığa iki cihan saadeti vaad eden yüce dinimiz İslam, malum olduğu üzere, Allah Teâlâ’nın (c.c.) biz insanlara vahyettiği ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm ve onun Rasulünün (s.a.s.) Sünnet-i Seniyyesi ile bunlardan elde edilen solmaz ilkelerden hareketle geliştirilen Tefsir, Hadis, Akaid, Fıkıh gibi dini ilimlerle insan hayatına bu dünyada her zaman ve mekânda, her bakımdan yön verecek ve ebediyete kadar canlılığını yitirmeyecek, hak vaki olduğunda yüce Allah’ın (c.c.) razı olduğu kul olarak ebedi nimetlenmeyi sağlayacak bir nizamdır.”
Bugün İslam’ı kavrayış bakımından en önemli sorunlarımızdan birisi meseleyi kişisel plandan çıkaramayışımızdır. Onun toplumsal mekanizmalarının neler olduğundan hatta böyle bir mekanizmanın var olması gerektiğinden haberdar olduğumuz bile şüphelidir. Yukardaki ifadede geçen nizamın müesseselerinden bahseden var mı? Oysa her yeni hareket ya da medeniyet orijinal müesseseleriyle hayat bulur.
İlahiyat Fakültelerinin bu anlamda bir çalışmasına ben şahit olmadım. Necmettin Erbakan’ın anlatmaya çalıştığı “Adil Düzen” şöyle ya da böyle yeni ve orijinal müesseseler oluşturma iddiasındaydı. Dini müesseseler, iktisadi müesseseler, ilmi müesseseler, siyasi müesseseler ve bunların fonksiyonlarından bahsediyordu. Yasam, yürütme ve yargıyı yeni bir anlayışla ele alıyordu. Yeni Şafak’tan Kemal Öztürk “Müslümanların insanlığa önerdiği ütopya nedir? Bu soruyu Erbakan Hoca’nın ‘Adil Düzen’ kavramı etrafında tartışmaya açıyorum bu yazıda. İlgi gösterenler buyursun” dedi “‘Adil Düzen’ bir ütopya mıydı? İnsanlığa umut olabilir mi?” başlıklı yazısında. İki kelam eden kimseyi gördünüz mü? Yalnız ilahiyatçılardan değil başka kimselerden de neredeyse konuya eğilen olmadı. Bu konuda sürekli yazan Milli Gazete’den Reşat Nuri Erol’u anmadan geçmeyelim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dile getirdiği konu Ali Bardakoğlu tarafından detaylı bir şekilde incelenmişti. Benim burada çıkan bir yazımdan okuyalım:
“İslâm dünyası demokrasi, hukuk devleti, yönetim, toplum hayatı, ekonomik faaliyetler ve benzeri alanlarda ortaya iyi örnekler koymadan bu tür acılardan ve aşağılayıcı tavırlardan kurtulamaz. İyi örneklere sahip olmanın bir yolu İslâm’ı bilmekten geçiyor, görsel dindarlıktan değil./ Bu noktada İslâm’a inanmakla İslâm’ı bilmek arasında bir fark olduğunu ısrarla vurgulamak zorundayız. Ali Bardakoğlu da “Müslümanlığımızla Yüzleşme” adlı kitabında bu konuya temas ediyor. Şu satırlar o kitaptan: “Artık Müslümanlar için doğruluğuna inanılmakla yetinilen değil, yaşatılan, tecrübe edilen, geliştirilen ve hayatımızla iç içe olan bir bilgi gereklidir”, s.52. Ali Bardakoğlu “İslâm’ın bu yüzyılda nasıl anlaşılması gerektiğine dair bir öncü çaba” arayışını da vurgulamış. Geçmiş İslam toplumlarının yaşadıkları dönemin problemlerine buldukları çözümleri içeren dini bilginin bugün işe yaramayacağını ve yenilerinin üretilmesi gerektiğini zaten sık sık vurguluyor Ali Bardakoğlu.”
Yerimiz çok olsaydı diğer duyurular üzerinde de durabilirdik. Hepsi birbirinin benzeri.
İlahiyat Fakültelerinin güncellenmesi de gerekir mi sizce?