Eskişehir Osmangazi Üniversitesindeki üzücü hadiseden çıkarılacak dersler var. Kanaması mukadder bir yara vardı orta yerde. Şimdi bu durumla yüzleşmenin tam vaktidir.
Yüzlerce kişiyi FETÖ’cü diye ihbar eden bir araştırma görevlisi, kendisi hakkındaki şikâyetler işleme konulunca çıldırıyor ve dört kişiyi öldürüyor. Üçü öğretim elemanı, biri idari personel bu dört kişinin kendilerine rahmet, ailelerine baş sağlığı dileyelim.
Eğer bu katil için hasta dersek işlediği cinayet için onu mazur görmüş oluruz. Planlayarak, eskilerin tabiriyle taammüden işlenmiş bir cinayet var ortada. Önemli olan insanları bu iklime sürükleyen hususların neler olduğunu tespit etmektir.
FETÖ ile mücadele konusunda, izlenen yöntem üzerinde, ortaya çıkan mağduriyetler hususunda onlarca yazı yazdım. FETÖ ile mücadele ediyorum bahanesiyle ortada dolaşan sahtekârlara da dikkat çektim. Artık söz bitti zannediyordum. Şimdi “söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” noktasındayım.
Bir insan yüzlerce kişiyi itham ediyor. Peki, bu işte bir yanlışlık var, bu adamda bir arıza var demek için dört kişinin ölmesini mi beklemek lazımdı? İstifa eden Osmangazi Üniversitesi Rektörü olan biteni uzun uzun anlatmış. Resmi işlem olarak yapılabilecek her şeyi yapmış olabilir, bütün bunlar onu kanun karşısında masum ilan edebilir, ama benim gönlüm öyle demiyor, vicdanım kabul etmiyor.
Sözüm yalnız Üniversite yönetimine değil. Savcılar da aynı tutum içinde. İzmir’den biliyorum, her ihbar mektubunu aslı var mı, yok mu demeden dosyalara yerleştiren bu anlayış sahipleri FETÖ ile mücadeleyi sulandırmaktan hesaba çekilseler yeridir. Geçtiğimiz Eylül ayında burada çıkan bir yazıda şunları söylemiştim. “… imzasız ihbar mektuplarına itibar ediliyorsa yazıktır. Üstelik iddia sahipleriyle görüşülüp doğru söylediklerine dair belge ya da yemin talep edilmiyorsa ve mücerret iddialar üzerinden soruşturma yürütülüyorsa sağlıklı bir iş yapılmış olmaz. Eninde sonunda bu soruşturmalara esas iddialar ortaya dökülür ve kimlerin konuya nasıl yaklaştığı tartışılır.”
Birisi bir ihbarda bulunuyor ve aslı arası çıkmıyorsa, onun için hiçbir müeyyide tatbik edilmeyecek mi? Yaptığı yanına kâr mı kalacak? Asılsız ihbarlarla işinden gücünden olanlara, toplum içine çıkamaz hale getirilenlere, intiharı bile aklından geçirir duruma düşürülenlere toplum olarak söyleyeceğimiz bir şey yok mu Allah aşkına… 15 Temmuz ihanetine karışan ve ülkeyi ağır badirelere sürükleyen darbeciler elbette cezayı hak ediyor. Yanlış olan büyük kitlelere darbeci muamelesi yapılıyor olmasıdır.
FETÖ diye anılan güruhun Türkiye’nin başına açtığı dert öylesine ağır ki… Bunların elebaşıyla resimler çektirip bağlılıklarını bildirenler masum muamelesi görürken devletin izniyle açılmış okullarına çocuklarını gönderenlerin bir kısmı, evet hepsi değil, bir kısmı işinden gücünden oluyor. KHK’larla yüz bine yakın kamu çalışanının işine son veriliyor ve hala da bir o kadar FETÖ mensubunun bulunduğu iddia ediliyor.
En büyük sorun hak arama yollarının kısıtlı olması değil mi? Olağanüstü hal işlemlerini inceleme komisyonu hak arama yolu belki, fakat evrensel standartlardan uzak ve vaktinde tecelli etmeyen adalet deyince akla ilk gelen kurum olmaya aday… Ak Parti iktidarının en büyük iddiası âdil olmak değil miydi? İnsanlar haksızlığa uğradığını düşünüyorsa ve izalesi için bütün yollar açık değilse bu işin sonu nereye varır dersiniz?
Olağanüstü halin kalkması Ak Parti iktidarının en önemli görevi olmak lazım gelirken, bunu bir taraf bırakıp ülkeyi şimdiden bir buçuk yıl sonra yapılacak seçimin kutuplaştırıcı ortamına sürüklemek doğru mu? 15 Temmuz ihanetinin açtığı yarayı tedavinin ilk yolu travmadan kurtulmak ve normalleşmeyi sağlamak olmalıdır.
Sahte FETÖ muhbirlerinin en büyük mağdurlarından birisi kurum olarak İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, şahıs olarak onun kurucu rektörü Prof. Dr. Galip Akhan’dır. Bu konuyu çok yazdım, yeniden yazacak değilim, ancak bir hususu belirtmem gerekiyor. Sahte muhbirler her ne kadar Galip Hoca’nın istifasını temin ettilerse de koltuğunu ele geçirmeyi başaramadılar. Bu sahtekârların hemen hepsi rektör olmak için kendilerini parçaladılar. Fakat sağduyu galip geldi ve Prof. Dr. Saffet Köse geçtiğimiz hafta rektör olarak atandı. Ona buradan başarılar diliyor, tebrik ediyorum. Bu konuda kimlerin emeği geçti, hepsini bilmiyorum, onlara buradan teşekkür etmem gerekir. Benim bildiğim İbrahim Kalın ve Nadir Alpaslan’ın gayretleri… Teşekkürü hak ediyorlar. Elbette Cumhurbaşkanımız ilk sırada…
Sahte ihbarlar, insanları birbirine düşürmekle kalmıyor, toplumsal huzuru da yok etme potansiyeli taşıyor.