Üniversiteler yeni öğretim yılına başlıyor. Türkiye gibi büyük nüfusa sahip ülkeler için yetişmiş insan gücü büyük bir önem arz ediyor. Bunu temin için sadece ilk ve orta öğretim yetmiyor elbette. Yükseköğretimin ülke kalkınmasında ne kadar hayati bir role sahip olduğunu anlatmaya gerek yok.
Önemli olan bu yetişmiş insan gücünden faydalanabilmek. Son yıllarda açılan çok sayıda üniversitenin bu amaca hizmet etmesi beklenir. Ancak amacın gerçekleşmemesi bizi daha büyük sıkıntılara sokabilir. Umalım ki amaç sadece üniversite kapısına yığılanları eritmek olmasın.
Ak Parti hükümetlerinin bu konuyu önemsediği ortada. Bildiğim kadarıyla açılan üniversitelere öğretim elemanı sağlamak konusunda da epey gayretler var. Yurt içinde ve yurt dışında hoca yetiştirmek için geliştirilmiş programlar devam ediyor.
Üniversite mezunlarının iş bulma ve iş kurma konusunda sıkıntılar içinde olduğunu biliyoruz. Devletin bir iş kapısı olarak algılanmasına son vermek atılması gereken adımların başında geliyor. Bu algı oldukça azaldı ama bitmiş değil. Nasıl olsa devlette bir yere yerleşirim anlayışı kalite ve rekabeti önemsiz kılma gibi bir tehlike barındırıyor bünyesinde.
İş kurmak isteyen üniversite mezunlarına imkânlar sağlamak için yeni yollar bulmak zorundayız. Çocukların müteşebbis olmalarını teşvik etmek gerektiğini söylüyoruz ama onların önüne açmamız gereken kapıların inandırıcı olması da gerekiyor.
Üniversitelerle ilgili hususları hep olumlu tarafından ele almaktan yanayım. Ancak bu temayülüm, karşı karşıya olunan sorunları görmezden gelmemi gerektirmiyor. Sorunları görmez, sorun olduğunun bile farkına varmaz ve üstüne üstüne gitmezsek iyimserliğin bize kazandıracağı bir şey olmaz.
Üniversitelerin her şeyden önce özgür bir ortama ihtiyacı var. Özgürlük kavramının içine pek çok başka şeyi de dâhil edelim, böylece hepsini ayrı ayrı saymak zorunda kalmayalım. Hukuk, liyakat, eşit muamele gibi.
Bugün üniversitelerin içinde yüzdüğü suskunluk, insanların kendilerini özgür hissetmeyişlerinin eseri değil mi? Enflasyonla mücadeleyi fiyatlarda %10 indirime indirgeyen bir anlayışın eleştirilecek hiç mi bir yanı yok ki üniversitelerden çıt çıkmıyor. Hatta bu mücadeleye üniversite kantinlerinde %10 indirim yaparak katkı verdiğini zannedenlerin hadi söyleyecek bir şeyi yok da o üniversite mensuplarının da mı edecek iki kelamı yok? Yoksa üniversitelerde iktisat ve ekonomi bölümlerinin kapılarına kilit vuruldu da benim mi haberim yok…
Şu sıralar dövizdeki dalgalanma durulmuş gözüküyor. Böyle devam etmesini temenni edelim. Ancak önümüzde yine sıkıntılar var. Amerika, İran’a karşı yeni bir ambargo paketini Kasım ayı başlarında hayata geçirecek gibi… İran mukabil bir hareketle Hürmüz Boğazını petrol trafiğine kapatmaktan söz ediyor. Bu karşılıklı atışmanın petrol fiyatlarını artırma ihtimali var. Ortaya çıkacak gerginlik dolar üzerinden Türkiye’ye yansır ve yeni bir dalgalanmaya yol açar mı? Artan petrol fiyatları enflasyonu nasıl etkiler? Haklı olarak Amerika’nın ambargo dayatmasına uymayacak Türkiye’nin karşılaşacağı sorunlar hangi alanlarda tezahür eder? Bu konuları kurcalayanlar var mı üniversitelerde? Üniversitelerin ülkelere yol gösterme gibi bir işi var mıydı, ne dersiniz?
Yeni kurulan üniversitelerimiz de artık olgunluk dönemine girdiklerini fark etmeliler. Ak Parti Hükümetlerinin kurduğu üniversitelerin hangi sorunlarla baş etmek zorunda kaldıklarını anlamak için 2008-2015 yılları arasında Muş Alparslan Üniversitesi Rektörlüğü yapan Prof. Dr. Nihat İnanç’ın “Yöneticilerin hesap günü var mı? – Bir rektörün aklında kalanlar” adıyla çıkardığı kitabı okumakta yarar var. Hem fedakârlık hem kararlılık gerektiriyordu o dönemler. Atanacak rektörler için Cumhurbaşkanlarının önüne sizin de tahmin edebileceğiniz bazı yerlerden bir takım raporlar gelir. Eğer Abdullah Gül, Nihat İnanç’ı tanımıyor olsaydı önüne gelen raporlarla onu rektör olarak ataması mümkün değildi. Kitapta bu konu da var. FETÖ’nün Türkiye’ye verdiği zarar öyle böyle değil. Şimdi bazı yerlerde, FETÖ ile mücadele adı altında FETÖ’nün metotlarının aynen uygulanmakta olduğunu görünce üzülüyor insan. Bu kitapta Nihat İnanç’ın rektörlük yaptığı dönemde FETÖ ile nasıl didişmek zorunda kaldığına da şahit oluyoruz. Ortaya bir eser koyan insanların kıymetini takdir etmekte cimri davrandığımızı söylemeden edemiyorum. Bu kitabı başka bir yazıda tekrar ele almak gerekiyor. Fakat şunu söylemeden kapatmayalım bu konuyu: Türkiye’de ilk Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü Muş Alpaslan Üniversitesinde kuruldu.
Türkiye’deki Üniversitelerin Dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasına giremediğinden ya da kendilerine ancak son sıralarda yer bulduğundan hemen herkes şikâyet eder. Bu sıralamaları yapanlardan biri olan Times Higher Education (THE) adlı kuruluşun internet sitesini takip edenler el âlemin nelerle bizim nelerle uğraştığımızı gayet açık görüyorlar ve eminim ki üzülüyorlar.
Bu aralar benim masamda Fuat Sezgin’le yapılmış konuşmaları içeren “Bilim Tarihi Sohbetleri” adlı kitap var. Biz Fuat Hoca’nın kıymetini de bilmemişiz ve 27 Mayıs’ın 147’likler saçmalığı içinde Üniversiteden uzaklaştırmışız. Fuat Hoca 15 cildi aşkın “İslam Bilim Tarihi” adlı çalışmasını Almanya’da yayınladı. Bir ömür süren bu muhteşem eser bildiğim kadarıyla hala Türkçeye çevrilmedi. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Kültür Aş yayını olarak çıkan 5 ciltlik İslam’da Bilim ve Teknik adlı kitaptan söz etmemek olmaz. 2013 yılında Frankfurt’ta bir arkadaşla birlikte ziyaret ettiğimiz Fuat Hoca, bize hem İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesini gezdirdi hem de güzel bir sohbet imkânı verdi. O zaman da kitabının tercümesi konusundaki sitemini dile getirmişti. Frankfurt’taki müzenin küçük de olsa bir benzeri İstanbul’da Gülhane Parkı içinde ziyaretçilerini bekliyor.
Fuat Hoca’ya yapılan muamele ile şimdi Üniversitelerden çeşitli ithamlarla atılan hocalara yapılan muamele gittikçe birbirine benzerlik göstermeye başladı. O zamanki de hukuksuzdu şimdilerde bazılarına yapılan muamele de hukuksuz. FETÖ ile hiçbir organik ilişkisi olmayanlar hatta muhakeme edilip beraat edenler bile görevlerine dönemiyorlar. Ya da kimi dönüyor kimi dönemiyor diyeyim… Üniversitelerimizden yurt dışındaki üniversitelere giden çok sayıda akademisyen var şu sıralar. Sebebi nedir sizce? Liyakat kaygısı olmasın… Ya da hukuk anlayışımızdaki zafiyet…
Sık tekrarladığım bir konu var: Lisans seviyesindeki öğretim kadar lisansüstü öğretime de eğilmek zorundayız. Türkiye’nin katma değeri yüksek ürünlere olan ihtiyacı ortada. Bunu ha deyince gerçekleştiremeyiz. Doktora ve yüksek lisans bu bakımdan önemli…
Üniversiteler konusunda söyleyecek çok şey var… Var da faydası var mı, işte onu bilmiyorum…