Türkiye’nin kısa vadeli bir beka sorunu yok. Bir beka sorunu var ancak mahiyeti bugünlerde konuşulanlardan farklı.
Önümüzdeki yerel seçimleri bir beka sorunu olarak görmek, Türkiye’nin daha önce kendi kendine kurduğu tuzaklara bir kere daha düşmesi demek… Biz daha önce irtica tuzağına düşmedik mi, bölücülük tuzağına düşmedik mi? Şimdi beka tuzağına mı düşüyoruz yoksa…
Toplum olarak enerjimizi ve maddi kaynaklarımızı verimli kullanmak zorundayız. İnsan kaynağımızı kullanırken çok daha fazla dikkate ihtiyaç var. Yerinde kullanılmayan her kaynak bir israf kalemi olarak kayıtlara giriyor.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak 70-80 yıl boyunca irtica tehlikesiyle korkutuldu bu toplum. Bırakın bir sinerji yaratmayı mevcut enerji bile anlamsız çekişmelerle, iç sürtüşmelerle yok yere harcandı gitti. O arada pek çok ülke kalkınma adımlarını daha akıllıca attı ve bizi geride bıraktı. Burada en kritik mesele, insan kaynakları ve onu verimli kullanmak diye bir anlayışı irtica korkusu ile göz ardı etmiş olmak değil mi? Bu süreçte nice insan harcandı. İnsan kaynağını boşa harcamaktan daha büyük bir israf kalemi var mı?
Bölücülük tuzağı da benzer korkuların eseriydi. Muazzam bir geçmişe sahip bir milletiz. Buradan gelen güçlü bir devlet geleneğimiz var. Bazı grupların kültürel talepleri konusunda, bölücülük teranesi arkasına sığınılarak yapılan çığırtkanlığın, toplumda ne kadar güç kaybına sebep olduğunu görmezden gelebilir miyiz? İsraf değil mi bu?
İrtica ve bölücülük korkusunu, ulus devlet anlayışının ve yanlış laisizm uygulamalarının beslediği artık herkes tarafından kabul ediliyor. Ulus devlet her türlü farklılığı yer altına iten, aykırı bulduğu her tavır ve üslubu korku atmosferinde boğan bir iklimin yaratıcısı değil mi? Üstüne üstlük bu iklim katı bir laisizmle katmerlendirildi. Bu anlayışın yarattığı Kürt sorunu toplum olarak bütün dikkatimizi oraya çekti ve FETÖ benzeri örgütlenmeleri gözden kaçırmamıza yol açtı.
Türkiye’nin geçirdiği bütün darbelerin ardında ya bölücülük ya irtica korkusu yatıyor. Bunun bizi bir iç çekişme ortamına sürüklediği, dolayısıyla büyük bir insan ve kaynak israfına yol açtığı da ortada…
Ne kızlarımız başörtüsüyle üniversitelere gidince irtica hortladı, ne Kürtlerin kültürel hakları konusunda adımlar atılınca ülke bölündü. Şimdi halının altına süpürdüğümüz, Kürtlerin en doğal insan hakları taleplerinin, bir daha hiç gündeme gelmeyeceğini mi sanıyoruz? Bu sorun bir yörük olarak beni kaygılandırmaya devam ediyor. İnsan hakları, hukuk ve eşit vatandaşlık temelinde çözüme kavuşturulabilecek bütün sorunlar ilerde baş ağrıtma potansiyeline sahip olarak bir kenarda duruyor, kaybolmuyor. Hele de şimdi Ak Parti’nin MHP ağzıyla bu sorunlara yaklaşma temayülü kaygıları daha da artırıyor.
Aslında yukarda saydığımız sorunların hemen tamamı hukuk alanındaki yanlış tutumlardan ileri geliyor.
Bir başka sorun 15 Temmuz travmasından kaynaklanıyor. Bu travmayı atlatmamız lazım. 15 Temmuz 2016’da Türkiye’ye kast eden hain anlayışın sonraki tuzaklarına düşmemeliydik. Hukuku ayaklar altına alan uygulamaların bedelini toplum olarak hepimiz ödüyoruz. Bu konuda 2017 Temmuzunda “Travmadan kurtulmak” ve “Hamasetten kurtulmak” başlıklı iki yazı ile tehlikeye dikkat çekmiştim.
Sizin de etrafınızda irtica ve bölücülük ithamına maruz kalmış ve en verimli çağında kenara köşeye itilmiş insanlar vardır mutlaka… Çok istediği halde üniversite tahsilinden mahrum kalanlar da insan israfımızın bir örneği olarak defterlerde kayıtlı.
Şimdi de pek çok insan uluslararası hukuk standartlarınca kabul edilemeyecek sözüm ona delillerle FETÖ bağlantısı adı altında işinden gücünden ediliyor, bu topluma faydalı olabilecekken kenara köşeye itiliyor ve açlığa mahkûm ediliyor.
Bu uygulamalar daha büyük bir soruna sebep oluyor. Türkiye’de özgürlükler üzerindeki baskıların gittikçe arttığına dair bir algı oluşuyor. “Okumuş çocuklar ülkeyi neden terk ediyorlar” diye yazmıştım dört-beş ay önce. Hukuksuzluk en büyük sebep gibi duruyor…
En büyük insan kaynağımız üniversiteler ve biz bu konuda hiçbir adım atmadan sadece konuşuyoruz. Hak ve hukuk kavramlarının göz ardı edilmesi bize en büyük zararı üniversiteler bazında veriyor. “Geleceğin Türkiyesinde Yükseköğretim” başlıklı bir rapor tartışılıyor bugünlerde. Nihat Erdoğmuş’un bu çalışmasını başka bir yazıda tartışabiliriz. Ama gördüğümüz bir şey var. Üniversiteler mevcut yapısıyla tam bir israf kaynağı. Mutlaka verimi hale dönüştürülmeli.
Türkiye’nin beka sorunu yaşamaması için hukuksuzluklara son vermek gerekiyor. Maddi kaynak israfının sebebi de bu, insan kaynağı israfının sebebi de bu. Hukuki güvencenin tam olmadığı, hukuk bakımından öngörülemeyen bir ülkenin gelecekte beka sorunu yaşaması kaçınılmazdır. Bugün yerel seçimlerde vereceğimiz oylarla seçeceğimiz insanların hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olmak gibi bir haslete sahiptirler. Kendi vatandaşından ürken devlet anlayışını terk etmeyecek miyiz biz?
Deniz Yücel davasını, Büyükada davasını, Rahip Brunson davasını hatırlıyorum ben ve iki gün önce açıklanan Osman Kavala iddianamesinin Türkiye’yi hukuki bakımdan geri götüreceğini görebiliyorum. İlk tepki de Avrupa Birliği Türkiye Raportöründen gelmiş: “Şaka gibi…” Seçimlerin getireceği bir beka sorunu yok, hukuksuzluğun getireceği beka ve israf sorunu var…