Ne zamandır yazmak istiyordum, araya giren başka konular oldu. Belki biraz da kabullenmek istemediğim bir hususun açığa çıkacağına dair zihnimin derin vadilerine gizlenmiş bir ümid kırıntısının varlığı buna sebep oldu.
Siyasi partilerin seçim dönemlerinde muayyen şartlar altında ittifaklar kurması anlaşılabilir bir husustur. Bunun çok sayıda örneği var. Hem bizde, hem de başka ülkelerde seçim dönemleriyle sınırlı birliktelikler yönetimde istikrar için uygulana gelmektedir.
Partiler birbirinden programlarıyla ayrılıyorlar. Öncelikleriyle ayrılıyorlar. Demokrasiyi yorumlama biçimleriyle ayrılıyorlar. Dolayısıyla partilerin varlık sebepleri de farklı oluyor.
Kurulan bir ittifaktaki partiler her konuda aynı düşünüyorlarsa, sonunda tek partiye inkılap ederler. Zira mezara kadar şeklindeki beyan bunu icap ettirir.
Şu seçim ortamında Cumhur İttifakının sonsuza kadar devam edeceğine ilişkin hem Ak Partiden, hem Milliyetçi Hareket Partisinden beyanlar duyuyoruz. İşte benim itirazım buna.
1930’ların ulus devlet anlayışını savunuyor MHP. Peki, şimdiye kadar sürekli olarak bu anlayışın ülkemizin başına açtığı dertlerle boğuşan Ak Parti nasıl uyuşacak MHP ile? Ak Parti mi MHP’ye biat edecek, MHP mi Ak Parti’ye? Kürt meselesine yaklaşımda hiçbir farkı olmayacak mı bu iki partinin? Kürt meselesi yok diyenlere hiç değilse son 35 yıla bir daha bakın derim sadece. Bu soruna terörün eşlik etmesi sorunu ortadan kaldırmıyor. Terör sona erebilir, Kürt sorunu değil.
Son zamanlarda Ak Parti’nin dili mi MHP’ye yaklaştı, MHP’nin dili mi Ak Parti’ye? Bu gidişatı normal bulanlara zaten söyleyecek bir sözüm yok?
Yoksa şu sıralar olup bitenler tamamen pragmatizm çerçevesi içine mi oturuyor?
Geçtiğimiz Ekim ayında ittifak bozulur gibi olmuştu. Şöyle yazmıştım o zaman:
İttifakın sona erdiğini Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan, Meclisteki grup konuşmalarında ilan ettiler. Toplantıyı canlı izleyen bir arkadaşımızın bir mesaj grubunda paylaştığı şu tespiti ilginç değil mi: “İttifak bitti deyince iki grupta herkesin ayakta alkışlaması bir komiğime gitti… Herkes birbirinden bu kadar mı nefret ediyormuş… Ha ha ha ha…”
Milletvekilleri arasında da böyle bir ittifakın taraftarı hayli az.
Partilerin bu seçimde izledikleri stratejilere bakınca, geçmişten hiç ders çıkarmamış gibiler diyesim geliyor. Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığını kazandığı ‘94 seçimlerini hatırlayın. Halk derhal mağdurun yanında yer almamış mıydı? Şimdi Ankara’da Ak Parti adayının tavırlarına ve güya ona destek çıkmaya kalkışan Ak Parti yetkililerine bakınca şaşırmamak mümkün değil… Kendi potansiyeline güvenmeyen ve yetersiz bulanların ilk işi rakibi olur olmaz sebeplerle lekelemeye kalkmaktır. Bu yakışmıyor. Şurada seçime ne kaldı, bir aday hakkında bu saatten sonra soruşturma başlatmak sadece zaaf işaretidir. Ben de galiba bunu vaktiyle hissetmiş olmalıyım ki bir yazı ile aman dikkat demiştim. O yazının başlığı “Kendini anlat, rakibini karalama…” şeklinde idi.
MHP ile aynı dili konuşmaya devam ederse Ak Parti, AB hayalini hepten unutmak zorunda kalacak. Hoş, şimdi de aldıran kalmamış AB’ye. Baksanıza müzakerelerin askıya alınmasını öneren rapor Avrupa Parlamentosunda kabul edilince verilen tepkilere… Ak Parti sözcüsü, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü ve bazı bakanlar bizim için yok hükmündedir demiş. Sanki AB Parlamentosunun umurunda…
Sorun bakalım, Avrupa Finans piyasaları, yabancı yatırımcılar, Türkiye ile iş yapan çevreler için de bu rapor yok hükmünde mi? Hukuk güvenliği açısından böyle raporların onların nezdindeki kıymeti ne? Avrupa Konseyinde yeniden denetim sürecine alındı Türkiye… Bunun ekonomimiz üzerinde hiçbir tesiri olmayacak mı sanıyoruz. Muhtelif kuruluşlarca tanzim edilen demokrasi ve hukuk sıralamalarında gerilere düşmemizi sadece bir fantezi olarak görenlerin dünyadan haberi yok galiba…
Raporun hayli tek taraflı ve ilişkileri geliştirmeye yönelik yapıcı bir anlayıştan uzak olması maalesef sonucu değiştirmiyor. Yine de bu raporun AB Konseyinin onayına sunulacağını hatırlatalım.
Bütün bu hususlar Ak Partinin öncelikleri, MHP’nin aldırmadıkları arasındaydı. Bundan sonrası için ben kaygılıyım ve buna itiraz etmek geliyor içimden. Yapılan bu yanlışların yeni arayışlar için de zemin teşkil edebileceğini unutmayalım.
Güneş enerjisi yatırımları için ortak arayan bir iş adamının yaşadıkları böyle raporların kıymetini çok iyi anlatıyor. Enerji yatırımları Türkiye’de ise bankalar çok gönülsüz. İş adamı diyor ki Fas’taki yatırımlarımız için hiç sıkıntı çekmeden Avrupa Bankalarından kredi temin ediyoruz, Türkiye’deki yatırımlarımız için maalesef…
Akif Beki’nin aktardığına göre Numan Kurtulmuş “Gezi’de, 17-25 Aralık’ta, 15 Temmuz’da Erdoğan’ı deviremediler, şimdi 31 Mart’ta başarmak istiyorlar” demiş. İnanamadım. 15 Temmuzla bir mahalli seçimi hangi mantık aynı masada görebilir? Tıpkı Ak Parti ve Cumhurbaşkanı sözcülerinin “Avrupa Parlamentosunun kararı bizim için yok hükmündedir” demelerine inanamadığım gibi.
Ak Parti’nin seçim stratejilerini önceki dönem milletvekilleri de alabildiğine eleştiriyorlar ve haklı olarak kaygı duyuyorlar. Mesaj gruplarında bu kaygı ve eleştiri açıkça görülüyor. Bir secim stratejisi var mı diye soranlar bile oluyor. Derli toplu bir seçim stratejisi olsa özgürlük – güvenlik dengesi kavramını şu sıralar lügatinden silmiş görünen İçişleri Bakanı, geleni tutuklarız şeklinde yorumlanacağı açık olan o sözleri sarf eder mi? Ezan tartışması anlamsız bir şekilde sürdürülür mü? Gönül Belediyeciliği dedikten sonra size oy verebilecek insanları bile kıracak bir edaya bürünülebilir mi? Zillet söylemi konuşmaların ağırlık noktasını teşkil edebilir mi? Beka kavramı bu kadar ucuzca kullanılabilir mi?
Belli başlı üslup sıkıntılarını derlemiş Karar Gazetesi. Elbette daha çok şahıslardan kaynaklanan bu yanlışların hepsini Partilerin genel anlayışı gibi görmek doğru olmaz.
Binali Yıldırım bu yanlışlığa düşmemek için çırpınıyor gibi. Daha geniş kesimlerden oy almanın yollarını arayıp duruyor. Üslubunu nispeten yumuşak tutuyor. Beka sorununa farklı bakarak kendini ayrıştırıyor. İstanbul’da Kürt seçmenin oylarını görmezden gelenler kaybetmeye mahkûm. Binali Bey de bunun farkında. Onun üslubu espri sitelerine bile malzeme oluyor.
Mehmet Özhaseki, kendini Kayseri’de sanmanın, sürekli Kayseri’yi referans göstermenin bedelini kaybederek ödeyecek gibi duruyor. Kendi kimliğini baskın hale getiremediği için eziliyor. Ankara’da Kürtlerin oyunu görmezden geliyor Haseki, bunun sonu kaybetmek demek.
İzmir’e gelince… Bundan önceki üç yerel seçimi çok yakından izledim İzmir’de. Hiçbirinde baskın faktör İzmir’in adayları ya da İzmir’in dinamikleri olmadı. Genel siyaset hep en belirleyici faktör oldu. O seçimlerde de Türkiye çapında kutuplaşma zirvedeydi. Ak Parti belki bu sayede pek çok yerde oylarını arttırdı, ama İzmir’de hep kaybetti. 2014 seçiminde Binali Bey bile bu çemberin dışına çıkamadı.
Güneydoğuda Belediyelere kayyum atarız sözü Kürt seçmeni konsolide ediyor. Sanırım söylenmek istenen teröre bulaşırlarsa kayyum atarız olsa gerek. Hukuk hakkıyla çalışıyorsa bundan kimse endişeye kapılmaz. Peki, hukuk hakkıyla çalışıyor mu? Maalesef hayır. Vatandaşından korkan devlet anlayışını değiştirmekti bizim hedefimiz oysa.
Türkiye’nin 15 Temmuz travmasından kurtulması gerekiyor. Bu travmayla yaşamak kimyamızı bozuyor. FETÖ zihniyeti FETÖ’den daha büyük bir tehlikedir. FETÖ gücünü kaybediyor ama FETÖ zihniyeti başka bir kisve içinde büyüyor.
Ben itiraz ediyorum mezara kadar sürecek bu birlikteliğe… Siz ne diyorsunuz?