İstanbul Belediye Başkanlığı seçimini niçin kaybettiğini anlamaya çalışıyor mu Ak Parti camiası? Yenilenecek seçimde bu gayretin izlerini görebilecek miyiz acaba?
Soru size garip gelebilir. Hepimiz farklı çevrelerde gezip tozuyoruz. Ben yukardaki birinci soruyu eksik buluyorum. Bakmayın soruyu öyle sorduğuma. Cevabı aranması gereken soru Ak Parti, İstanbul, Ankara, Antalya, Adana, Mersin gibi büyük şehirleri niçin kazanamadı şeklinde olmalı değil mi? Bunların çoğunu uzun süredir yönetiyordu Ak Parti. İstanbul’un kaybını ‘çaldılar’ gibi ucuz bir bahaneye sığınarak izah etmeye kalkmak yenilenecek seçimi daha şimdiden kaybetmek demektir. Olaya böyle bakan çok sayıda Ak Partili olduğunu biliyorum. Neyse ki Genel Başkan Tayyip Erdoğan’ın çaldılar söylemi yanında başka sebeplere de eğildiğini duyuyoruz. Ayrıca halisane niyetlerle Ak Partinin buralarda niçin başarılı olamadığını tahlil kaygısı güden çok sayıda başkaları da var. YSK’nın seçimin yenilenmesi yolunda aldığı karara bakıp ‘Ak Parti İstanbul’u kaybetmedi’ diyeceklere söyleyecek sözüm yok benim…
Buralardaki kaybı, sadece maddi unsurlarla izah etmeye kalkanların tavrı beni hayrete düşürüyor. ‘Bunca hizmetin karşılığı bu mu olmalıydı’ diyerek Avrasya Tünelini, köprüleri, yolları, havaalanlarını sayıyorlar. Bu hizmetler elbette kıymetli ama insanın gönlüne ve kalbine ferahlık verecek yerde yük bindiren hususları ne yapacağız? Acaba MHP ile işbirliğinin getirdiği o negatif algı, korku yayan konuşmalar, büyükşehirlerde kimselerin umursamadığı beka söylemi, Kürtleri rencide eden söylemler ne olacak? Asıl problem on yedi yıldır yönettiği bir şehirde insanların niçin gönlünün vaktiyle kazanılamadığıdır. Gönül belediyeciliği yeni mi akıllara düştü?
Neresinden bakılırsa bakılsın insanlar bir şeyin tadını aldı mı artık ondan kolay kolay vazgeçmiyorlar. Ak Parti’nin ilk döneminde, bizim insanımız da demokrasinin, özgürlüklerin, ekonomik canlılığın, güven duygusunun tadını almışlardı. Bütün bunlardan küçük inhiraflar bile, arkasında hangi bahane olursa olsun insanlara inandırıcı gelmiyor. Üstelik seçmen 24 Haziran’da son bir kredi daha açmıştı Ak Parti’ye. Onun iyi kullanılabildiğini söyleyemeyiz. Sadece faiz, döviz ve enflasyonun 24 Hazirandan bu yana kat ettiği irtifaya bakmak bile durumu açıklamaya kâfi. Soğan patates fiyatlarına çeki düzen veremeyen bir yönetim algısı var… Ak Parti’ye yakışmıyor bu…
Ekonomik sıkıntı, 23 Haziran’da 31 Mart’a göre daha çok hissedilecek dersek abartmış olur muyuz? Sokak röportajlarına kulak verin internette. Burada bir çığlık var, eğer kulağımızı kapatırsak, gerçeklerle yüzleşmeye dair korkumuz yarın bir travmaya dönüşür. Katlanan fiyatlar ve rekora koşan işsizlik… Korkutuyor bunlar beni…
Büyük bir güven bunalımı kaplamış durumda her yeri. Bu güven meselesini ne yapıp edip halletmeliyiz. Ne dışardan sermaye, ne yatırımcı gelir bu güven meselesi hallolmadan. İş adamlarına istihdama katkı yap demek için önce onun yatırım yapılabilir bir iklime ihtiyacı olduğunu hatırlamalıyız.
Bu arada asıl soruyu gözden kaçırmamamız gerekiyor. Ak Parti ne oldu da uzun süredir yönettiği büyük şehirleri kaybetti? Bu bir. İkincisi İzmir gibi yerlerde niçin inandırıcı olamıyor?
Bu soruların cevabını düşünmek ve bulmak zorundayız. Acaba bizim bağlı olduğumuzu söylediğimiz ilkelerde mi bir eksiklik var da bu hale düşüyoruz, yoksa bağlı olduğumuzu söylediğimiz ilkeleri tatbikata geçirirken mi bir hata yapıyoruz… Bana ikincisi gibi geliyor…
İslam ülkeleri ne kadar İslami?
Acaba yukardaki paragrafta ortaya konulan soruyu cevaplamak için bugünlerde konuşulan İslami endeks yardımcı olabilir mi?
Ben bu İslami endeks meselesini bir yıl kadar önce burada iki yazı ile geniş bir şekilde ele almıştım. Bu yazılardan birincisi Oruç aynın sunduğu fırsat, ikincisi Bayram sorumluluğu adını taşıyordu.
İslami endeksin neşet ettiği çalışma “How Islamic are Islamic Countries?” adını taşıyor. “İslam ülkeleri ne kadar İslami?” diye çevrilebilir Türkçeye. Yukarda sözünü ettiğim yazıların ilkinde 2010 yılındaki bu çalışmanın hangi maksatla yapıldığından ve o yıl için elde edilen iki endeksten bahsetmiştim.
Bu endekslerin birisi ‘İslam ülkeleri ne kadar İslami?’ sorusuna cevap arıyordu. 208 ülkenin İslami prensiplere ne derece sadık olduğu ekonomi, hukuk, yönetim, insan hakları ve siyasi haklar ile uluslararası ilişkiler bazında değerlendirilmişti. Kur’an ve hadis, araştırmacıların öncelikli kılavuzları olmuştu, yani uyguladıkları kriterler Kur’an ve hadislerden elde edilmişti. Türkiye bu endekste 103’üncü sırayı alabilmişti.
İkinci endeks ise “An Economic Islamicity Index (EI)” adını taşıyordu. Bunu da “Ekonomik İslami Endeks” diye çevirmiştik. Bu ikinci çalışmada yazarlar 113 ölçülebilir ekonomik İslami prensip etrafında yine yalnız İslam ülkelerini değil bütün ülkeleri teraziye çıkarmışlardı. İslam ülkeleri açısından burada da durum iç açıcı değildi. İlk üç sırada İrlanda, Danimarka ve Lüksemburg vardı. Sıralamada İslam ülkeleri arasında en yüksek mertebeyi 33’üncü sıradaki Malezya almıştı. Kazakistan 54, Çin 62, Tunus 72, Suudi Arabistan 91, Pakistan 145’inci sıradaydılar. Türkiye 71’inci olmuştu bu endekste.
İkinci yazımda bu çalışmanın 2015, 2016 ve 2017 yıllarında yenilenen halinden bahsetmiştim. Şimdi 2018 yılı için verilen sıralamalar konuşuluyor. Uzatmadan söyleyelim, bu sıralamada, 2017’de 81’inci sıradaki Türkiye, 2018’de 95’inci sıraya gerilemiş.
Aşağıdaki tablo Türkiye için bir özet veriyor. Yıllar itibariyle ekonomi, hukuk ve yönetim, insan hakları ve siyasi haklar gibi alanlarda Türkiye’nin nasıl bir seyir izlediğini görüyoruz. Tablodaki Puan sütunları ülkelerin 10 tam puan üzerinden aldıkları notu gösteriyor.
Hemen hemen her alanda gerileme var maalesef. Bu tabloyu değiştirmek mümkün. Biraz daha fazla demokrasi, hukuk, özgürlük, ortak akıl, denge ve denetim mekanizmaları… Hepsi bu kadar…
Bu tür değerlendirmelere gözlerini ve kulaklarını kapatanlar olduğunu biliyorum. Yine de şu notu düşmek gerekiyor: Ülkeler, Kur’an ve hadis kaynaklı kriterlere vurulduğu zaman durum nedir sorusunun cevabı olarak ortaya çıkmıştır bu endeksler. Buradan elde edilecek basit sonuçlardan biri şudur: Bir ülke demokrasiye ve hukuka verdiği kıymet ölçüsünde İslami kriterlere yaklaşmaktadır.
Buradan İslam ülkelerinin çıkartacağı hiçbir sonuç yok mu Allah aşkına… Ben sadece birini yazdım üstelik… Bir küçük nokta daha, bu çalışmalar, Bernard Lewis gibi bazı yazarların İslam’ın serbest piyasa ekonomisini teşvik edici değil ondan caydırıcı rolü olduğunu öne süren iddialarına cevap teşkil edecek bir makaleye hazırlık babında yapılmıştır.
Şimdi size bir soru: YSK’nın gerekçeli kararı Türkiye’nin bu tabloda verilen hukuk notunu nasıl etkiler? “Mukaddes emanetin dönmez dâvacısıyım” diye haykıran Üstad Necip Fazıl’a vefat yıldönümünde rahmet niyaz ediyorum.